Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Haziran 2010 Salı

TAŞINMA SONRASI İLK İŞ GÜNÜ

Bir süredir işyerimizin taşınma işlemleri ile uğraşmaktayız.Arşivler yeniden düzenlendi,koliler hazırlandı ,bilgisayarların üzerine isimler yazıldı.

Şehrin tam orta göbeğinde ,gezme tozma noktalarına son derece yakın ve en önemlisi de en yakın arkadaşlarımla öğle yemeği, sabah kahvesi gibi etkinlikleri düzenleyebileceğimiz bir lokasyondu daha önceki yerimiz.

Yani her şey misss :)

Bir gün bu güzel resim tehlikeye girdi ve işyerinin taşınması konuşulmaya başlandı.Üstelik kuş uçmaaaz kervan geçmeeez ,şehirden uzakta , en büyük aktivitenin yoldan geçen tırları saymak olduğu bir yere!!!!

Bir süre cidden bunalıma girdim.Çünkü biliyorum nasıl bir yer olduğunu, uzun zaman orada çalıştım :(

Belirsizlikler, sürekli değişen kararlar sonrasında Allahıma çok şükür şehrin bir başka orta göbeğine taşındık :)

Mutluyum,sosyalim :)

Bugün izin sonrası ilk kez gördüm yeni ofisi.Güne koli yerleştirme, biriken mailleri temizleme ve biriken işlere dalmak gibi aktivitelerle başlasam da yeni yerimiz cidden güzel.En önemlisi sevgili Gelinnciğime de yeniden yakın bir yer :)

İlk gün holgeldin hediyesi olarak öğlen yağmurun altında da kalmasaydım gün daha da süper olacaktı ama buna da bereket diyerek olumlu ruh halimi koruyorum.

16 Haziran 2010 Çarşamba

AKİDE ŞEKERİ


Sabah serviste National Geographic Haziran ayı dergisini ufak ufak okuyarak köprü trafiğinin farkına varmıyorum :)
Ufak ufak okuduğumu da çok belli ediyorum sanırım, son iki yazımın esin kaynağı bu dergi oldu :)

Yeniçeriler ile ilgili yazıyı okurken akide şekeri ile ilintisini gördüm, ilginç geldi. Çünkü benim için akide şekeri, Hacı Bekir lokumcusuna girdiğimde karşımdaki kocaman kavanozlarda renkli, lezzetli bir sürü şekerin aklımı başımdan alan güzel görüntüsüdür :)

Yeniçeri ve Akide İlişkisi ise şöyle:

“…Akide şekerinin kökeni yeniçeri adetlerine dayanıyor. Akide sözcüğü Arapça’da inanç, bağlılık anlamına geliyor. Üç aylıklarını aldıkları ulufe divanı günü saray avlusunda yeniçerilere bir yemek verilir, sadrazam ve Divan-ı Hümayun üyeleri yemeği tattıktan sonra kendilerine ağalar tarafından tabaklar içinde şeker sunulurdu. Bu, askerlerin şikâyette bulunmadığına, padişaha bağlılıklarının tam olduğuna dair bir işaretti.

Akide denilen bu şekerler saray helvahanesinde özel olarak hazırlanırdı. Bu şeker günümüzde özellikle mevlütlerde Allah’a ve Peygamber’e bağlılığın simgesi olarak ikram ediliyor.”

Çok kanlı bir şekilde ortadan kaldırılan Yeniçerilerin güzel bir geleneği…

7 Haziran 2010 Pazartesi

YAŞASIN LÜFER!!!



Zeytin İskelesi diye bir zeytinyağı markası var.Bir zeytinyağı sever olarak hiç denemedim ama reklamları hep dikkatimi çekiyor.

En son National Geographic dergisinin Haziran ayı sayısında bir reklamıdaha dikkatimi çekti.Reklamda benim çok hassas olduğum ve sık sık dile getirdiğim bir konuya Lüfer Balığı üzerinden değiniyordu.

Av boy yasağı altındaki balıkların neslinin tükenmemesi için talep edilmemesi, tüketilmemesi gerektiği!

Fikir Sahibi Damaklar’ın ,Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) işbirliği ile başlattığı “Boyu 24 cm’in altındaki lüferi işletmelerimizde ve tabaklarımızda istemiyoruz” kampanyasının bahsediyor ve destek veriyordu.Kampanya detaylarını buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Neden bu konu bu kadar önemli?5-10 cm için birbirimizi mi kıralım yani?Biraz küçük boydayken yesek ne olur?

Av boy yasağı altındaki balıkları tükettiğimizde henüz yumurtlamamış ve yeni nesile katkı sağlayamamış bir bireyi tüketmiş oluyor ve elbirliği ile o balığın neslini tehlikeye atıyoruz.

İsterseniz bunu bir de hemen lüfer örneği üzerinden anlatayım.

Lüfer,muhteşem lezzeti ile sularımızda balık deyince haklı bir şöhret ile ilk aklımıza gelen balık,çok keskin dişleri ile olağanüstü bir avcıdır.Lüfer gördüğünüzde bir kez daha dikkatle bakın sivri dişleri ve güçlü çenesini hemen fark edeceksiniz.Avlanması sıkı bir tecrübe gerektirir.Ayrıca balık ve deniz kültürünün baş tacıdır.

Izgarası insanın aklını başından alacak kadar lezzetlidir.Hmmm nasıl da canım çekti şimdi :)

Boy boydur bu lüfer kardeşlerimiz.En ufağından en büyüğüne doğru sıralarsak defneyaprağı,çinekop,sarıkanat,lüfer ve kofana ( artık kofanaya o kadar sık rastlanmıyor,genelde lüfere kofana muamelesi yapılıyor).

İşte hassas olmamız gereken nokta da bu. Boyları...

Çinekop iken henüz yavru vermediği için her çinekop yediğimizde lüfer neslini tehlikeye sokuyoruz!Üstelik henüz o dillere destan lezzetine de ulaşmamış iken.

Peki , ne zaman tüketilmesi uygundur?

Eylül ortalarından itibaren , Ekim, Kasım hatta Aralık ayına kadar olan dönemde en muhteşem zamanıdır lüferin.Yavrulamış,Karadeniz’de kendini toparlamış yağ bağlamış ( yani kendini beslemiş )bir şekilde İstanbul Boğazına geçerler ki biz onları lüp lüp yiyebilelim diye.

Bir de tüketilmemesi gereken dönemleri yazayım.

Haziran,Temmuz, Ağustos aylarında henüz Ege ve Akdeniz’dedirler ve yavru vermedikleri için yağlanmadan lezzetsiz olurlar.Bizler bu dönemde bu balığı tükettiğimizde uzun vadede lüfer stoklarımızı geri dönülmez bir şekilde tüketmiş oluyoruz.

Tam da lüfer yememe dönemine girdiğimiz şu günlerde bu konuda hassas olmamız gerektiğini düşünerek ve lüfer örneği altında aynı hassasiyeti diğer balıklarımıza da göstereceğimizi umarak yazıma burada son veriyorum.

1 Haziran 2010 Salı

PROTESTO EDİLEN NEDİR?



Blogumda yazdığım yazılarda, kullandığım ifadelerde çok lay lay lom konulara değindiğim konusunda bazı arkadaşlarımdan eleştiriler almıştım.

Hatta bu yüzden yazılarımı okumadıklarını da biliyorum.

Ben ise duyarsızlıktan çok zaten yorucu , hırpalayıcı gündemlerden biraz olsun nefes alabilmek için bloguma bu tarzda yazılar yazıyorum,bundan keyif alıyorum.

Bu konuda fikrim değişti mi? Hayır.

Yine yazılarıma bakış açım aynı şekilde olacak.Çünkü ben böyle mutlu oluyorum.

Ama bazen öyle şeyler ve son zamanlarda bu şeylerden öyle çok olmaya başladı ki tadım tuzum da pek kalmadı.

Bir süre okuduğum kitaplardan bahsedeyim,en azından yapmayı en çok sevdiğim şeye yani kitaplara kanalize olayım dedim .O da olmadı.

Öyle bir gündem içerisindeyiz ki artık dayanamayıp ben de bu yazımı yazıyorum.

İsrail’in içinde sadece sivillerin olduğu belirtilen gemilere saldırması, ölüm…

Ve bunu protesto eden kitleler!

Bu protestolara ait yazıları gazetelerde okurken dikkatimi çeken bir resim

Protestonun yapıldığı yerde bulunan bir kadın heykelin başının örtülmesi!!!! İnsan sormadan yapamıyor.Protesto edilen nedir? Hani saldırıya uğrayan sivillere yapılanlar protesto ediliyordu?

Oradaki heykelin başını örtmek nereden çıktı şimdi? Bu kadar tahammülsüzlük nedendir?

Ve bizim her gün hayatlarının söndüğünü ,terörün alıp götürdüğünü duyduğumuz canlarımıza yapılanlara bir tepki yok mudur?

Bütün sorunların çözümü bir heykelin başını örtmek midir?