Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Temmuz 2009 Çarşamba

SUDAKİ İZLER

Deniz ve Denizcilikle ilgili belgesel ve TV programlarının hep çok uçlarda olduğunu, ya bu konuda eğitim almış kişilere yönelik ve teknik, bilimsel bilgilerin tavan yaptığı ya da bir teknede sahil kasabalarını dolaşarak denizcilik programı yaptığı düşünülen ama bana göre gezelim, görelim programları tadında olmaktan öteye gidemeyen programların izleyicilere sunulduğunu düşünüyorum. Buna bağlı olarak da sualtı belgeselleri TV akvaryumları olarak kullanılıyor çoğu zaman.

Denizle ilgilenen kişilere, meraklı ama teknik olarak çok bilgili olmayan ağırlıklı grup için ise hep popüler deniz belgeseli eksikliği olduğunu görmüşümdür.(Deniz belgesellerini izlerken yanımda genelde” Bu hayvan nedir? Bu balık nasıl bir şeydir? Aaaa o hayvan mıdır, bitki gibi?” sorularıyla karşılaşınca ister istemez bu ihtiyaca yakından tanık oluyorsunuz :))

Bir süredir İz TV’de izlediğim Savaş Karakaş’ın hazırladığı ve sunduğu bir programın adı Sudaki İzler.

Anlatım dili çok yalın. Sualtı olduğu kadar denizcilikle ilgili değişik konuları da içeriyor bu program. Denizcilik tarihi, yapay resifler ya da deniz fenerleri gibi…

Ben Pazar günleri olan gösterimini yakalayabiliyorum genellikle.

Programda anlatılanlardan sadece yanlış olarak fok ve yunuslara balık denmesine takılmış durumdayım. Siz bu ifadeyi duyduğunuzda inanmayın, onlar balık değil, deniz memelileridir. Sadece fok ve yunus diyebilirsiniz :)
Keyifli seyirler…

28 Temmuz 2009 Salı

DEĞİŞMEMİŞLİKLERİMİN DEĞİŞMEMESİNİ İSTİYORUM!!!

Değişime, getirdiği yeniliklerin ( olumlu ya da olumsuz ) taze kan sağlaması nedeniyle açığımdır. Ama bazı şeyler ve özellikle mekânlar var ki onların hiç değişmemişliği ya da üzerinde durulmayacak kadar küçük değişimleri mutlu ediyor beni, belki de birçok kişiyi…


Böyle mekânlar bulabildiğimde dört elle sarılıyorum. İstanbul gibi nerdeyse bir gün sokağa çıkmadığınızda her zaman kullandığınız yolun giriş çıkışlarının değişebildiği, hep alışveriş yaptığınız marketin taşınmış olabildiği ya da şehirde beğeniler ışık hızında değiştiği için belki de sizin gitmekten çok hoşlandığınız bir restaurant ya da kitapçının kapandığı, yerine o günün akımına uygun yeni bir şey o eski yerde yerini alabildiği bir şehirde yaşayınca değişime direnen güzel yerlerin önemi de artıyor.


Bu denli hızlı bir şehirde yaşadığınızda zamanın geçmediğini düşünerek kendinizi kısa bir süre için bile kandırarak şımartabileceğiniz mekânlarınız olsun istiyorsunuz.


Ben, bu yönden İstanbul’un tarihi yarımadasını çok severim. Oralara pek dokunulamadığı için bazen kendimi üniversite dönemimde ya da İstanbul’un daha eski dönemlerinde yaşamış gibi hissedebiliyorum :) Sokakları aynıdır, nereden dönseniz nereye varacağınızı bilirsiniz. İstanbul için bu büyük bir lüks.


Değişmemişliklerimin nerdeyse simgesi olarak tanımlayabileceğim, beni her ruh halimde iyi hissettirebilen, gördüğüm, gittiğim tüm yerler içinde en mutlu olduğum yer ise Kadıköy’deki Baylan Pastanesidir.


Kadıköy Çarşısı’nın sokağında Hacı Bekir lokumcusunun tam karşısındadır ( ne tehlikeli bir yer di mi? Hacı Bekir ve Baylan tam karşı karşıya. Baylan’da bir şeyler yedikten sonra hemen Hacı Bekir’e gidip başka tatlılar yediğimi çok bilirim :)).


Küçük vitrini ile karşılar sizi. İçeri girdiğinizde klasik pastane havası ile karşılaşırsınız. Yaz sezonu ile arka taraftaki bahçelerini de açarlar ve güzel lezzetlerine bir de güzel keyif katarlar misafirlerinin.


Olağanüstü tatlıları vardır. En ünlüsü Kup Griye olarak bilinen dünya tatlı literatürüne girmiş tatlılarıdır. Bir diğeri ise ( benim asıl favorim ) Rokoko. Çikolatalı dondurmalı pastanın üzerine booolca çikolata sosu! Muhteşemdir muhteşem!!!


Müşteri profili de çok çeşitlidir. Bir masada takım elbiseleri ile oturan insanları, diğer masada test çözen öğrencileri, bir diğer masada eski okul arkadaşlarını sohbet ederken görebilirsiniz. Kimse kimseye varlığıyla rahatsızlık vermez orada. Bunu da bana kalırsa Baylan’ın o zarif havası sağlıyor.


Peki, beni Baylan’ın nesi bu kadar etkiliyor? Tamam, tatlıları güzel, ortamı güzel ama bunları başka pek çok yerde de bulabilirim öyle değil mi? Hemen söyleyeyim. Baylan’ın değişmemişliğini seviyorum ben. Çocukluğumdan beri her gittiğimde pastanenin kapısını her açtığımda beni karşılayan aynı dekor, aynı kokular, aynı seçenekler sanki dün gitmişim hissini uyandırdığı için seviyorum orayı.10 sene öncesi gibi değil de 10 gün önce gitmişim gibi.


Değişmemişliğine bu kadar bağlanmış olduğum için de her ufak değişiklik bende hoşnutsuzluk yaratıyor. İlk olarak ucu düz tatlı kaşıklarından yuvarlak tatlı kaşıkları ile servise geçtiklerinde küçük bir bunalım yaşamıştım, oraya yakıştıramamıştım. Hala alışmaya çalışıyorken yuvarlak uçlu tatlı kaşıklarına geçen gün gittiğimde servis yaptıkları tabakları da değiştirmiş olduklarını gördüm. Normalde başka bir yerde çok beğeneceğim o tabaklar Rokoko’mu gerekli keyifle yememe bile engel oldu.


Evet, Baylan da değişiyor, hiç hoşuma gitmese de…


Umarım değişim hızı giderek artmaz ve ben terapi merkezimi bırakmak zorunda kalmam günün birinde...


KADER

Sanırım bir de böyle bakmak lazım...


KADER

Deniz kıyısında bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır.
Güneş onu yakıp kavurur.
O da Tanrıya yakarır keşke güneş olsaydım diye.
"Ol" der Tanrı. Güneş oluverir.
Fakat bulutlar gelir örter güneşi, hükmü kalmaz.
Bulut olmak ister. "Ol" der Tanrı. Bulut olur.
Rüzgâr alır götürür bulutu, rüzgârın oyuncağı olur.
Rüzgâr olmak ister bu kez. Ona da "Ol" der Tanrı.
Rüzgâr her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur.
Her şey karşısında eğilir.
Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar.
Ordan esen burdan eser, kaya banamısın demez!
Bildiniz, Tanrı kaya olmasına da izin verir.
Dimdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı...

Sırtında bir acı ile uyanır....
Bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır. ..


"Amor Fati - Nietzsche "
(Kaderini sev -belki seninki en iyisidir)


23 Temmuz 2009 Perşembe

1 DİYALOG: ANNE ŞEKER VE NANE ŞEKERİ TV İZLİYOR…

Akşam annem ve ben kendimize uzanacak birer koltuk seçip rast gele bir dizi bulduk, izliyoruz. Dizi reklâma girdi ve başka bir dizinin reklâmı yapılıyor. Reklâmı yapılan dizideki oyunculardan biri perukla, sakalla görünüşünü değiştirmiş ama ben tanıdım ,annem tanıyamadı ve aşağıdaki diyalog cereyan etti :)

Anne Şeker: Kim o çocuk?

Nane Şekeri: Ya var ya hani… Aslında biliyorsun sen de ama nasıl anlatsam ki?
Anne Şeker: Tanımadım.
Nane Şekeri: Ufff nasıl hatırlamazsın? Bak şimdi anlatayım hemen tanıyacaksın.
Anne Şeker: ????


(Veeeee Nane Şekeri o herkesin bir anda tanımasına yardımcı olacak olağanüstü tanıtımını yaparak darbeyi indiriverir!!!!)

Nane Şekeri : Bir sürü dizide oynayan uzun boylu , ince çocuk var ya işte o !!!!!! Hatırladın mı?

Nasıl detay ama? Artık insanın tanımaması mümkün değil di mi? :)

Sonuç?

Bu muhteşem anlatımdan sonra gülme krizi ile kanepeden düşen bir Nane Şekeri ve gülmekten yerinden bile kıpırdayamayan bir anne: D

Allahım, ben bu olağanüstü zekâmı hak edecek ne yaptım?


22 Temmuz 2009 Çarşamba

ŞAFAK VAKTİ


Bir vampiri sevdiğinizde, seçim hakkınız kalmaz. Bunun sevdiğiniz kişiyi inciteceğini bile bile nasıl kaçar, nasıl savaşırdınız? Sevdiğinize verebileceğiniz tek şey hayatınızsa, nasıl vermemezlik ederdiniz? Ya onu gerçekten seviyorsanız? Vazgeçilmez bir şekilde bir vampire âşık olmak, Bella Swan için, bir fantezi ve kâbusun gerçeğe karışmasıdır. Edward Cullen'a duyduğu yoğun tutkuyla bir tarafa, kurt adam Jacob Black ile arasındaki derin bağ ile öbür tarafa çekilmiş bir halde, nihai dönüm noktasına ulaşmak için kayıplar ve mücadele dolu çalkantılı bir yıl geçirmiştir. Artık kaçınılmaz bir seçimle karşı karşıyadır; ya ölümsüzlerin karanlık ama çekici dünyasına katılacak, ya da iki kabilenin arasında insan olarak hayatına devam edecektir. Bella artık kararını vermiştir ve kendisini muhtemelen yıkıcı ve anlaşılmaz sonuçları olacak benzeri görülmemiş bir olaylar zincirinin içinde bulur. Önce Alacakaranlık'ta yıpranmış olduğunu, ardından Yeniay ve Tutulma'da da dağılıp koptuğunu gördüğümüz ipler, artık tamamen düzeltilip bir araya gelecek gibi görünüyor. Peki ya bu sonsuza kadar gerçekleşmezse? Alacakaranlık efsanesinin heyecanla beklenen son kitabı, Şafak Vakti, milyonları büyüleyen bu romantik hikâyenin sırlarını ve gizemlerini aydınlatıyor.
Nane Şekeri'nin Yorumu :
Serinin son kitabı olan Şafak Vakti’ni de dün akşam bitirmiş bulunmaktayım.
Biraz içimize suların serpildiği, maşallah Cullen’ların hiçbir eksikleri de kalmadı ama sahip olduklarını elde etmek ve korumak için çok da uğraştılar canııım dediğim bir kitap.
Yine beni okurken etrafımdan koparacak bir akışa sahipti.
Serinin tüm kitapları için genel bir değerlendirme yapmak gerekirse bu kitapları;
1.Ortalık yıkılıyor, nereye baksam bu vampir ailesi dur ben de bir okuyayım ve gündemi yakalayayım diyenler,
2.Fantastik olan her şeye bayılırım ben diyenler,
3.Şu sıralar çok üzerinde düşünmeden ama sürükleyiciliğiyle içine düşeceğim bir kitap arıyorum diyenler,
4.Seri kitapları çok severim, beni sonrasında ne okuyayım diye düşündürmeden birbirini takiben okuyacağım bir şeyler arıyorum diyenler,
5.( çocuğu olanlar için ) bizim çocuklar bu kitaplara fena kaptırdı, bakalım içinde neler var? Neler yazıyor? Diyenler,
Mutlaka okumalı :)
Bu 4 kitap ile vedalaşmak zor olsa da bu sabah yeni bir kitaba başladım bile:) Çok sevdiğim bir yazarın ve muhteşem bir girişle başlayan bir kitabı. Alacakaranlığın etkisinden çabuk çıkacak gibiyim. Bittiğinde yorumlarımı paylaşıyor olacağım :)
Keyifli okumalar…

20 Temmuz 2009 Pazartesi

HARRY POTTER VE MELEZ PRENS

Harry Potter ve Melez filmini izledim hafta sonu.
Öncelikle ilk kitap olan Felsefe Taşı’ndan sonra serinin diğer kitapları kesinlikle çocuklara göre değil. Belki 2. kitap da uygun olabilir.
Ama anlayamadığım bir şekilde insanlar bu filme hala çocuklarını getirebiliyor.Hatta bir önceki filmde korku öğeleri fazla diye uyarı yapılamasına rağmen oldukça fazla bir oranda kişi çocuklarını getirmişler onları salonda yalnız bırakıp kendileri dışarı çıkmışlardı.
Sonuç?
Tabii ki korkmuş, hatta ağlayan çocuklar!
Bütün kitaplarını okumuş ve bütün filmlerini izlemiş biri olarak söylüyorum Felsefe Taşı dışındaki diğerleri küçük çocuklar için uygun değil.
Playstation oyunlarında bile 13+ uyarısı var!
Neyse, ben son film için izlenimlerimi yazayım hemen.
Serinin bu filmi kitabı ile gayet uyumlu çekilmiş. Kitabında olduğu gibi aksiyondan uzak, daha çok sonun şekillendiği bir geçiş filmi.
Yeni mekânlar, yeni karakterler ve yeni aksiyonlar fazla olmadığı için daha önceki mevcut üzerinden gidilmiş, ilişkilerin izleyeceği yol üzerinde durulmuş.
Yani bu filmde diğerlerindeki gibi bir macera ve onun üstesinden gelen kahramanların mutlu sonu yok.
Ben çok sevdiğim için hiç sıkılmadım ve beğendim. Ama siz Hogwarts ve Voldemort ile fazla ilgili değilseniz biraz durağan ve uzun gelebilir.
Filmi izlemek isteyenlere küçük bir bilgi. Türkçe dublajda yanlış bir çeviri var. Ruh Emiciler olarak bahsedilenler aslında Ölüm Yiyenlerdir. Ruh Emiciler Azkaban’ın muhafızlarıdır.Ölüm Yiyenler ise Voldemort’un tayfası.
İyi seyirler…


VAMPİR İNFILEYŞIN

Hafta sonu arkadaşımla kitapçılarda dolaşırken çok satanlar ve çok ilgilenilenler bölümlerinde bizi hayretler içinde bırakacak kadar çok vampir kitabı olduğunu gördük.
Sadece kitaplarda değil, son zamanlarda dizi ve filmleri de patlama yaptı bu arkadaşların.
Genelde Transilvanya’da yaşadıkları düşünülen, gündüzlerini bir tabutta geçirip geceleri de beslenmek için insan avına çıktıklarını işleyen korku filmlerinin başkahramanlarıydı kendileri. Ama ne olduysa oldu bu konu sanırım Anna Rice ‘ın Vampirle Görüşme kitap serisi ile başlayan kendine özgü anlatımı ve filmi ile farklı bir boyut ve popülerlik kazandı.
Sonra ruhu olan vampir Angel ile tanıştık. O da ne?!!! Allahımmm adam çok yakışıklı ve sonradan iyi olmayı başarabilmiş bir vampir! Yakışıklı ve güzel olduklarını biliyorduk bir de iyi olduklarını öğrenince yelkenleri suya indiriverdik hemen :)
Şimdilerde Alacakaranlık serisi ile muhteşem Edward ( kitabı okumayanlar için hemen söyleyeyim kitap sadece Edward’dan ibaret değil başka iyi karakterler de var ama ben onları kolayca yok sayıveriyorum :)) ile tanıştık.
Tabii her zaman olduğu gibi talep olan bir şeyin suyunu çıkarma akımı yine gündemde…
Bahsettiğim akımın bir sonucu olarak yakında vampir arkadaşlarımız şımarıp güzelliklerinin ve gizemli hayatlarının sadece dizi ve kitaplarda görsel malzeme olarak kullanılmalarından şikâyetçi olup isyan edebilirler gibime geliyor.
Yürüyüşler düzenleyerek haklarımızı isteriz diye kazan kaldırabilirler.
Kan uzmanıyız, yeteneklerimizi daha geniş alanlarda kullanmak istiyoruz diye hastanelerde, laboratuarlarda, diş kliniklerinde, kan bankalarında görev talep edebilirler.
Eeee tabii onlara “yoooo hayır bu kadarı da olmaz” demeye kalksak kanımızı emiverirler maazallah!!!!
O yüzden şu vampir patlamasına dikkat etmemiz hepimiz için hayırlı olacaktır bana göre :)

17 Temmuz 2009 Cuma

İYİKİ BÖRTTÜM :)

Bugün, hayatta var oluşumun simgesi günü, yani doğum günüm :)

Yeni yaşım kutlu ve bana yaşayacak bir yaş daha verdiği için Tanrıya şükürler olsun :)

Övünerek söyleyebilirim ki yine dolu dolu bir yaş yaşadım, nerdeyse hiçbir zamanımı ziyan etmedim.

Hiç öyle 1 yaş daha yaşlandık diye hayıflananlardan değilim, olmayacağım da… Bakarım ben yaşadığım zamanda kendime kattıklarıma.

Peki, bu yıl neler kattım hayatıma?

- En önemli olanı sadece içinde bulunulan ana sahip olunduğu ve onun sonuna kadar tadınının çıkarılması gerektiği düşüncesini hayatıma iyice yerleştirmiş olmam. Bu biiiir…

-Hayatı ciddiye alış oranım daha da azaldı. Bu ikiiiii…

- Son 6 aydır her gün düzenli olarak spor yapmaya başladım. Bu üüüüçç…

- Artık daha düzenli besleniyorum, eskisi kadar çok abur cubur yemiyorum. Bu dööört…

- Blog alemine daldım, artık benim de bir blogum var. Bu da beeeşşş…

Yeni yaşımın bana gönlümden geçen tüm dileklerimi sağlık altyapısı ile getirmesi dileğiyle... :) :) :) :) :)








16 Temmuz 2009 Perşembe

AAAH ÇİKOLATA AHHH!!!


Çikolataya hayır diyebilmek, çikolatasız yaşayabilmek, verdiği mutluluktan uzak kalmak sanırım büyük çoğunluk için hayal bile edilemeyecek bir durum.
Bir süredir tatlıyı, çikolatayı hayatımda sıkı kontrolle tükettiğim için bu durumlarla oldukça fazla karşılaştığımı söyleyebilirim.
Çok tatlı olduğum için çikolata sınırlamamı ilk duyduğumda önceleri ahladım, vahladım, ben bu hallere düşecek hatun muydum diyerek sızlandım, kendimi paraladım :)
Çok zordu teklif edilen bir çikolataya hayır demek, hiç düşünmeden yiyen benim için.
Zordur çikolatasız günler, zooor!
Ama geçenlerde fark ettim ki o kadar da zor değilmiş hatta farkında olmadan iyi etkileri bile olabiliyormuş.
Her an tatlı yiyemediğiniz, aklınıza her esen zamanda küt diye bir ( tamam, dürüst olacağım çoğunlukla birkaç ) çikolatayı mideye indiremediğiniz için uzun aralıklarla kendinizi şımartmak için yediğiniz çikolatanın tadına daha çok varıyorsunuz. “Zaten kısıtlı yeme hakkım var bari iyisinden olsun” diye daha kalitelisini yemek istiyorsunuz. Çünkü sizin için o küçük parça çikolata acayip kıymetli oluyor :)
Çikolatanın benim hayatım boyunca hiç aklıma gelmeyen ama normal olarak herkesin ilk aklına gelen olumsuz etkisi sanırım kilo aldırmasıdır.
Ama her derde deva İsviçreli Bilim Adamları görünüşe göre bu sorunu da çözmüşler. Bugün Hürriyet Gazetesinde okuduğum bir habere göre çikolata diyarı İsviçre’de “Vulcano” adı verilen normal çikolatalardan %90 daha az kalori içeren ve ancak 55 derece sıcaklıkta erimeye başlayan bir çikolata üretilmiş.2 yıl içinde de piyasaya sürmeye başlayacaklarmış.
Merakla bekliyorum.

15 Temmuz 2009 Çarşamba

BEYNİMDE NELER OLUYORMUŞ?

Hemen söyleyeyim çok şükür hiç bir şey olmuyormuş :) Hala tıkır tıkır çalışıp duruyor ve şu anda çalışmasına bir engel yokmuş :)
O olaylı M.R. çekimi sonrasında cesaretimi toplayıp sonuçları almak için 1 hafta bekledim. Tanı merkezine gittiğimde herkes beni hatırlıyordu sanırım merkezin tarihine en sorunlu hasta olarak geçtim.
Raporu aldıktan sonra ( her ne kadar eğitimimin ağırlıklı kısmı Latince olsa da bu tıp dili başka bişi tabii anlaşılmıyor ) okumaya çalıştım anladıklarım şunlardı. Kurulan her cümlenin sonu “normaldir” ve aranan her ne ise “ rastlanmamıştır” ile bittiğini gördüğümde anladım sorun olmadığını ama işi uzmanı ile görüşmeden neticeyi buradan ilan etmeyeyim dedim. Doktorum raporu daha anlamlı okudu tabii ve bana yaşayacağımı söyledi :)
Bu arada M.R. her ne kadar bir tedavi yöntemi olmasa da bende M.R. korkusu ağrılarımın azalmasına hatta yok olmasına da neden oldu :)
M.R. çekimi ile ilgili yazımı yazarken tek düşündüğüm yaşadığım olayı ve korkuyu anlatmaktı. O kadar kötü olmuştum ki sonrasında kötü bir teşhis konma olasılığını düşünemedim bile.
Yazımdan sonra yorumlarınız, mailleriniz, telefonlarınız ile ilginizi ve desteğinizi benimle paylaştığınız, işlemin ne aşamada olduğunu takipte benim yanımda olduğunuz hatta bu takipte benden daha özenli olduğunuz için çok çok çok teşekkür ederim.
Umarım bir daha yeni bir M.R. süreci ile karşılaşmak zorunda kalmam. Korkuyorum bir daha kimse bana refakat etmeyecek :)

13 Temmuz 2009 Pazartesi

EVLİLİK PROCESS İ…

Sabah kalktım,büyük gün!!!...
Hayatımın 3.nikah şahitliği için hazırlıklara başlayacağım bir gün!!!...

Bu kez diğerlerinden farklı olarak bir de gelinin yanındaki destek elemanı görevim bulunuyor ki bu konuda ilk tecrübem,bir evlilik sürecine hiç bu kadar yakın şahit olmamıştım. Evlenecek çift için büyük risk bu konuda sıfır tecrübe bir elemanı yanlarına almak :) ama seviyorlar beni kanımca…

Neyse ben başladım sabahın kör vakti kendi hazırlıklarıma erkenden düğün evinde olabilmek için.

Saç, tamam… Makyaj, tamam… Kıyafet tamam… Nane Şekeri, tamaaam…
Geçelim operasyonun detaylarına ,izlenimlerime...

Fotoğraf Çekimleri:
İlk aşaması olan hazırlanmış ( önceden hazırlanmış ve sizi karşılayanları en makbulü :)) gelin ve damatla birlikte fotoğrafçı yollarına düştük.Fotoğrafçıda ilk dikkatimi çeken örnek olarak ortaya konan gelin –damat albümleri oldu.Fotoğraf albümü değil, muzır neşriyat mübarek!!!
Toğbe… toğbe diyerek ve bu albümlerin altında yatan mantığı anlayamayarak çıktık stüdyodan.
Fotoğraf işkencesi bu kadarla kalmayıp evlendirme dairesinde de devam ediyormuş meğerse.
Etrafta fotoğrafçıların abuk sabuk poz önerilerini uygulamaya çalışan, ne yaptığının farkında olamayan, o sırada hayatın anlamını ve orada ne işi olduğunu sorgulayan kalabalık bir gelin ve damat popülâsyonu karşılıyor sizi.
İnsan evlenmenin tüm aşamalarını kabul etse, bu zorlu işlere “bu da geçeeer” diyerek katlansa bile bu fotoğrafçılara poz verme, fotoğraf çektirme aşamasında bile cayabilir!!! Böyle bir cayma kararını ve olabilecek kaçma eylemini engellemek üzere aile üyeleri gelinleri ve damatları hiiiç yalnız bırakmıyorlar. Onlar da bana göre bu işin tuhaflığının farkında ama bu kadar zorlu bir operasyonu kendilerinden başkasının kaçarak kurtulmasını istemediklerinden, bırakmıyorlar zavallı adayları :)
Gelin Odası:
Gelin odalarına neden herkesin alınmadığını bu kez daha iyi anladım, çünkü hayal gücü son derece gelişmiş fotoğrafçıların gelin ve damatlar üzerindeki garip fotoğraf kompozisyonu komploları daha ileri aşamada devam ediyor bu alanda. Şahsen ben, ahlakım bozulmadan hemen attım dışarı kendimi. Cık… Cık… Cık.
Nikâh Memuru Diyalogları:
Nikâh sürecini engelli bir yarış gibi düşündüğünüzde “hadi şu yarışı tamamlayıp kazanalım “diye değil de” buraya kadar çektik çekeceğimizi sona yaklaştık galiba” düşüncesiyle çıkıveriyorsunuz gibi geliyor nikâh memurunun karşısına.
Hele bir de konuşmayı seven, nüktedan(!) bir memura denk gelmişseniz vay halinize!!! Yüzlerinden hiç silemedikleri, kameralara gülerken yüzlerine yapışıp kalan gülümsemeleriyle ve artık gelişmiş yüz kaslarının onlara bir oyunu olarak ilginç diyalogların içinde buluveriyor gelin ve damatlarımız kendileri.
Şahitlik Merciinin Durumu?
Gelin ve damadın yanı sıra şahitler de memurun diyaloglarını takip etmek ve sorularına yanıt vermek zorunda olduğu için “ aaamaaaan bu beni ilgilendirmez, boş vereyim” diyemeden her bir konuşmayı takip etmek zorunda kalıyorsunuz.
Gelin ve damadın kendi isteği ile hiçbir baskı altında kalmadan oturduğu nikâh masasında siz de bir şahit olarak daha önce defalarca teyit etseniz de kendi medeni halinizin bir kazaya kurban gitmeden, değişmeyeceği garantisine güvenemiyorsunuz.
Kolay değil, nikah masasında, nikah memurunun size sorduğu soruya “evet” diyerek bir de nikah defterine imza atmanız bekleniyor sizden !!! Geriliyorsunuz doğal olarak…
Sayamayacağınız Kadar Çok Kişiyle Öpüşme:
Karışıklı evetler dendikten ve imzalar atıldıktan sonraaaaa tebrik alanında gelin ve damadı bekleyen son olmasını umduğunuz tüm davetlilerle öpüşme, teşekkür etme, yine poz verme işkencesi.
Bunu uzaktan izledim, o bile yetti gözümün korkması için
Gelin Ayakkabısı Kontrolü:
Eğlenceyi de tamamladıktan sonra sabah büyük bir hevesle isminizin yazıldığını gördüğünüz gelin ayakkabısının altında günün sonunda adınızın silindiğini görmek bir kâbus gibi üstünüze üstünüze geliyor bütün gün edindiğiniz tecrübe ve izlenimleri düşününce :(







Sahiden bütün bunları çekmeye değiyor mu?






9 Temmuz 2009 Perşembe

SICAK… ÇOK SICAAAAK

Her ne kadar 1 haftalık bir izin kaçamağı yaptıysam da bu tatilin içeriğinde deniz, kum, güneş olmadığı için kendimi henüz tatil yapmamış olarak görüyorum.
Sıcaklar da şu günlerde artık zorlayıcılığın üst sınırlarına ulaşınca deniz hayallerim kontrol edilemez bir sıklıkla ortaya çıkıveriyor.
Suya düşkünlüğüm kendimi bildim bileli vardır. Hatta küçükken evimizin içinin akvaryum gibi suyla dolu olmasını, bizim evde her yere yüzerek ulaşabilmemizi hayal ederdim. Annemden bu konuda bir kaç kez talepte bulunduğumu bile hatırlıyorum "Anne evi suyla dolduralım mı?" diye( Şansımı sonuna kadar denemiştim :)).
Sigorta reklâmlarından birinde evi su basıp da eşyalarla birlikte yüzen insanları bir felaket gibi gösterse de ben hala bu fikri güzel buluyorum. Ama benim akvaryum evimde eşyalar suyun kaldırma kuvvetine doğal bir dirence sahipler sadece ev halkı yüzerek hareket edebiliyor :)
Bugün, ofiste işlerim çok yoğun öğlen dışarı da çıkamadım ama kendime küçük bir mola verdim yine de ve masamın arkasında cam bölmeli toplantı odasına diktim gözlerimi. Buradan ne güzel bir akvaryum ev olur diye!!!! :)
Düşünsenize ofisinizde kocaman bir akvaryum tankı var ve serinlemek istediğinizde biraz yüzüp çıkabiliyorsunuz ya da ofisin tamamı suyun içinde:) Süper olurdu di mi?

Ayyy ben kendimi alamıyorum koskoca toplantı odasını içi su dolu olarak düşünmekten :) Acebağ toplantı odasını suyla doldurma fikrimi yönetime önersem mi? Ne dersiniz?
Sıcak, yoğunluk ve temmuz ortasına kadar hala yüzememiş olmak bir araya gelince doğal olarak serap görmenin önüne geçemiyorum.
Durdurun beniiiii!!!!!!!!!!!...
Ben hemen bir atlayıp suya geliyorum … :)

8 Temmuz 2009 Çarşamba

TUTULMA



Nane Şekeri'nin Yorumu :


Serinin 3. kitabı olan Tutulma’yı okumadım yedim, bitirdim.
Alacakaranlık ve Yeni Ay ‘daki yorumladığım maceralar Tutulma’da da son sürat devam ediyor.
Şimdiiii gelelim yorumumaaaaa.
Efenim, bu kitapta bahsi geçen vampir, kurt adam gibi arkadaşların kitabı fantastik yaptığını düşünüyorsanız bence yanılıyorsunuz.
Hepimizin karşısına vampirler, kurt adamlar çıkabilir, bu arkadaşlar kendi aralarında gürültülü kavgalar yapabilirler. Hatta etrafınızı inceleyin bakayım belki bunlardan sizin hayatınızda da vardır.Normal!...
Bu yazdıklarım gerçek hayatta karşılaşma olasılığınızın son derece yüksek olduğu durumlar.
Bana inanmıyor ve peki Nane Şekeri kitabın fantastik yönü nereden geliyor? Diyebilirsiniz. çok mantıklı olarak. Hemen yanıtlıyorum.Edward!!!!!
Evet, Edward.
Böyle mükemmel ,her zaman yapılması gereken en doğru şeyi yapabilen bir sevgili hayatta olamayacağı içiiiin bu kitap tamamen bir hayal ürünüdür.Çünkü yok böyle biri!!!!Var olduğunu düşünüyorsanız beni de haberdar ediniz :)
Kısa sürede yiyip bitirerek yorumladığım Tutulma’da da esas kızımız Bella ,oğlumuz Edward (Aaah Ahhh :)) ve evladımız Jacop yine karışan ortalığı düzeltmek zorunda kalıyor :)
4.kitap Şafak Vakti'ni okumaya başladım bu sabah :)
Keyifli okumalar…

7 Temmuz 2009 Salı

M.R. SENDROMU




Nasıl oldu? Nereden geldi de beni buldu bilmiyorum ama bir süredir belirtileri daha öncekilere benzemeyen bir baş ağrısı girdi hayatıma ve herkeste yaptığım bağımlılık etkisi kanımca onda da oldu ki beni bırakıp gidemedi bir türlü.



Ben ise onu pek sevmeyerek ve bu ağrı ile yaşama taraftarı olmadığım için doktora gittim, durumu anlattım.



Ben doktorum tamam, sana şu ilacı verelim, sıcaklardan ya da yorgunluktandır demesini beklerken bu pek alışıldık bişey değil, bir beyin M.R. ına bakalım demesin mi!!!!




Allahımmmm!!!!!!!!!! M.R. makinesine girmek mi?!!!!!!!
Hemen doktorla başladım pazarlığa. Yapmayın, etmeyin bunun başka bir yolunu bulalım dedim. Hatta bunu demekle kalmayarak öneriler bile ürettim. Kafama bir delik falan açsanız da içine öyle baksanız? Gibi öneriler. İnanın böyle bişey yapalım deseler hiç sesim çıkmayacaktı, çıkmaz da…



Ama o M.R. makinesi yok muuuu. Bana fenalık geçirtiyor, kendimi kaybettiriyor :(



Daha önce de girmek zorunda kaldığım ve nasıl fenalık geçirdiğimi bildiğim için pes etmedim ve doktorla pazarlığa devam ettim. Hiç olmazsa 5dakika kalmam için süre belirtin diye. Bu konuşmalar sırasında öyle kötü oldum ki terlemekten dehidrasyona bağlı zaten oracıkta gideceğim öteki dünyaya doktor farkında değil.



Hala bana ama sen öyle çıtkırıldım bir kız değilsin,hiç böyle yapmazdın ???? demeye devam ediyor.



Evet, öyle çıtkırıldım biri değilimdir, evet kendi ameliyatlarıma bile tek başıma girecek kadar dayanıklı ve cesurumdur amaaaaa



M.R. KONUSUNDA ÇITKIRILMAK İSTİYORUM!!!! ÇITKIRILMA HAKKIMI KULLANMAK İSTİYORUUUUM!!!! VE ÇITKIRILIYORUM :(



Tabii bendeki bu feryat figan hiçbir işe yaramadı ve doktor yazdı çekilecek M.R. detaylarını :(
Öyle hemen M.R. randevusu alamadım kendime birkaç gün tanıdım. Doğruyu söylemek gerekirse şu ağrı gitsin de bu M.R. a gerek kalamasın diye bekledim ama nerdeeeee ağrı beni pek sevdi…



Neyse bir cesaret M.R. çektireceğim yerle randevu için konuşurken benim gibi sorunlu tiplere sakinleştirici (Xanax) verdiklerini ve hiiiiç sorun yaşamadan işlemi tamamladıklarını anlattılar.
Sevindim! Biraz da olsa rahatladım! Yanıma refakatçi de alabilecektim :)



Tabiii bununla yetinmedim. Xanax adlı ilacı ilk kez duyduğum için internette birkaç tıkla araştırmaya başladım. Sonuçlar süperdi. Çünkü yazılanların çoğunda “sizi hiçbir şeye tepki veremeyecek hala getiriyor, pelte gibi oluyorsunuz, en az 14–18 saat uyuyorsunuz, hatta M.R. çekimlerinde uykuya dalabiliyorsunuz” yazıyordu.



Süpper!!!! :) Daha ne isteyeyim ki?!!!! Ben farkına varamadan işlem bitecekti.



Ama gerçek hayat öyle değilmiş :( Bana işlemden yarım saat önce ilacı verdiler.15–20 dakika içinde uyuşmaya başlayacaksınız dediler.30 dakika geçti bende tık yok! Hala cin gibiyim. Bütün refleksler süpersonik çalışıyor maşallah!



Herkes şaşkın ama beni içeri aldılaaaaar. Bu sefer diğer M.R. dan farklı olarak bir de başıma "Demir Maskeli Adam" filmindeki maske gibi bişey taktılar :(



Ve olanlar oldu tabiii. Bilincimin fazlasıyla yerinde olması ve her şeyi yeniden yaşamam orta ile büyük ölçek arası bir sinir krizi geçirmeme neden oldu!



Bütün görevliler ve bana eşlik eden arkadaşım ( ki daha önce Xanax kullanmış, sakinleştirme etkilerine son derece güveniyor ilacın) umutla ilacın etkisini bekliyorlar ama bende hiçbir sakinleşme yok! Neyse öyle böyle 25 dakika cihazın içinde kalarak tek seferde o korkunç işlemi tamamladık ve çıktık.



Ben hala ilacın etkisini göremedim. Eve gittim hala cin gibiyim. Hatta gece uyuyamadım ve uykum gelsin diye kitap bile okudum. Kısacası Xanax bende en ufak bir etki yaratmadı.



Alkol eşiğim de yüksektir içer içer böyle cin cin insanı gıcık ederek otururum. İnsanları birkaç gün etkileyen Xanax da farklı olmadı ve bana yardımcı olmadı.



Şimdi sonuçları bekliyorum, baş ağrım ise beni o kadar sevdi ki hala benimle…

1 Temmuz 2009 Çarşamba

TOPKAPI SARAYI BAHÇESİ

Evveeeet nerede kalmıştık? Topkapı Sarayı Bahçesi gezisinde…
Saray dururken sadece bahçesine gidilir mi demeyin?
Yıllardır her gidişimde Topkapı Saray’ında ziyaret açık binaları gezerim. Ama bahçesi de çok güzeldir Saray’ın. Yeterince bahçesini gezemediğimi düşünürdüm hep. Bu kez gezi için ayırdığımız vakitte sadece bahçesinin tadını çıkarmak istedik.
Ziyarete gelen diğer insanlar koştur koştur ziyaret alanlarını büyük gruplar halinde ve telaşla gezerken biz, aheste aheste bahçede turladık :)
Daha önceki Topkapı Sarayı gezimizde de belirttiğim gibi burada Müze Kart geçerli olduğu için ücret ödemeden bahçe keyfi yapmak için bir uğramak gayet mantıklı geldi bize.Sizin de müze kartınız varsa yapılabilecek bir aktivite daha :) Saray Bahçesi keyfi :)
Muheteşem Sarayburnu manzarasını sindire sindire ,uzuuun uzun izleyebilirsiniz böylece.
Saray Bahçesinde bir de muhteşem manzarası ve güzel yemekleri ile Konyalı vardır. Orada kendimize ziyafet çekerek keyfimizi taçlandırmaya karar vermiştik en baştan.
Gittiğimizde turist kafilelerinin giriş çıkış akışı ile karşılaşınca umutsuzluğa düştük yer bulamayacağız ya da kötü bir yerde oturmak zorunda kalacağız diye. Ama şans bizden yanaydı ve olağanüstü Sarayburnu manzarası olan bir masada yer bulabildik ve bu manzaranın eşliğinde yedik yemeklerimizi.
Yemek sonrası Saray çıkışına giderken izlediğimiz yolda biraz daha çevrenin tadını çıkararak sabahın erken saatlerinde Arkeoloji Müzesi ile başlayan günümüzü böyle ihtişamlı bir son ile noktalayıp yine vapur sefası ile dönüş yolunu tuttuk 3 kafadar :)




Not:Güzel manzara,güzel yemekler ve güzel sohbet başımı o kadar döndürmüş ki burada fotoğraf çekmeyi unutmuşum,bu yazıya fotoğraf ekleyemedim :) artık siz gidip kendiniz görürsünüz :)