Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Aralık 2009 Çarşamba

BİRAZ DAHA LOS VIVANCOS



























Yazımdan sonra yaptığım konuşma ve yazışmalarda sanki daha fazla detay isteniyormuş gibi geldi bana :)

Daha fazla detay için buraya bir tık yeterli.

Sonrasında tık tık tık tıklayıp tıklamayı bırakamayacağınızı düşünüyorum :)

Vidoyu izleyiiin, galeriyi geziiin,biografileri okuyuuun :)

29 Aralık 2009 Salı

LOS VIVANCOS


Tarih : 27.12.2009
Yer : Cemal Reşit Rey Konser Salonu
Olay1 : Flamenko Dans Gösterisi

Tarih : 28.12.2009
Yer : Nane Şekeri’nin Evi
Olay2: Nane Şekeri Bloguna geri döndü

İlk olayın gerçekleşmesi ikinci olayı tetiklemiştir…

Bu yazıdaki tüm kişi ve kişiler gerçektir.Sahiden Los Vivancos gerçek miydi???

Bilemiyorum öyle bir gösteriydi ki hala büyüsü içindeyim. Neresinden başlasam? Nasıl anlatsam?

İzlediğim gösteri tam anlamıyla bir sanat eseriydi ama bu sanat eseri dans mıydıııı dansçılar mıydıııı hala tam karar veremiyorum açıkçası…

Öncelikle grubu oluşturan İspanyol abiler ( abi dediğime bakmayın aslında her birinin birer ay parçası, bildiğimiz lokum ve başka gezegenden gelmiş ürünler olduğunu kastediyorum ) muhteşemdi.2 saatin nasıl geçtiğini anlayamadım bile ( sadece ben değil eminim kimseler anlayamadı. Anladığımızdan da buna inanmak istemedik saloncak hepimiz).

Zaman zaman dansların, dansçıların büyüsüne öyle kapıldım ki solo gösterileri bitip diğer koreografiye geçiş zamanında alkışlamayı unutup çevredeki alkışlarla kendime geldim.

Bu İspanyol abiler (abi diyorum yine ama siz ne demek istediğimi anlıyorsunuz artık :))sadece dans etmiyorlar enstrüman da çalışıyorlar. Kısaca hem çalıp hem oynuyorlar :)

Arkada güzel ve güçlü sesi ile şarkı söyleyen bir hatunceğiz vardı.Bu fazla mesai ile üretilmiş, üzerine itina ile çalışılmış dansçı arkadaşların gölgesinde iken bir ara solo için sahneye çıktı.Allahımm!!! o da ne! Hatun taş gibi bir de hem söylüyor hem oynuyor!Abileri unutup kadına hayran olduk bu sefer de saloncak hepimiz.

Grubun en güzel yanlarından birisi de öyle dans edip sahneden ayrılmadılar. Enerjilerini herkese öyle güzel ilettiler ki anlatamam. Dansları sırasında seyirci ile diyalogları da çok başarılıydı. Gösterinin sonunda abiler sahneden inip salonda bir tur attılar yüreciklerimiz hop hop etmek suretiylen heyecan bastı saloncak hepimizi :)

Bu kadar subjektif yorumdan sonra biraz da grubu tanıtıcı bilgilere geçeyim. Tanıtım broşürlerinden aldığım bilgiler:

“Eğer şahinin yazgısı göğün en yükseklerine uçmaksa, bizim yazgımız da birlikte dans etme” diyen Los Vivancos çocukluklarından bu yana hep birlikte dans eden yedi kardeşten oluşuyor. Los Vivancos üyeleri küçükken ailelerine yaptıkları gösterileri birlikte gittikleri Barselona Dans Konservatuarı’yla profesyonel alana taşıdılar. Okul sonrası bir süre solo kariyer sürdüren kardeşler ayrı ayrı da başarılı çalışmalara imza attılar.Eğitim hayatları Madrid’den Londra’ya ,Vancouver’dan Hollanda’nın ünlü Bale Tiyatrosu’na uzanan Los Vivancos üyeleri 2004’de bir araya gelip Los Vivancos’u kurdular.

Los Vivancos… Bağlılık Yemini… Okuma yazmayı bile öğrenmeden enstrüman çalmaya başlayan, aynı kanı taşıyan, falmenko ateşiyle sahneleri yakan 7 yakışıklı kardeşin dans yenimi!”

İşte tanıtım broşüründe anlatılanlar da böyle.

Bitmesin… Bitmesin… bitmesin diyerek izlediğim bir gösteriydi. Büyülendim, bayıldım, hayran oldum, hala etkisindeyim :)

Bir yerlerde rastlarsanız mutlaka izleyin diyebileceğim bir gösteriydi…


8 Aralık 2009 Salı

TURKUAZOO



















Turkuazzoo’yu gidip göreli bir süre oldu ama düşüncelerimin hepsi o kadar olumsuzdu ki hemen fikirlerimi paylaşmak istemedim. Kızım Nane Şekeri bir dur hele soluklan, sakinleş sonra yazarsın dedim kendi kendime.

İyi ki de öyle yapmışım. Şu anda düşünüyorum da bazı noktalara fazla kendi penceremden bakmışım ve acımasız davranmışım. Bu görüşlerim farklı bakış açıları ile anlatılabilirken bazılarında kesinlikle ilk duyduğum öfke aynı şiddetle devam etmekte ve hep devam edecek gibi.

Oysaki
ne kadar büyük bir hevesle haber vermiştim ilk açılışını.

Böyle ağırlıklı olumsuz ifadelerle başladığım Turkuazzoo gezi yazımın detaylarına hemen geçiyorum.

İstanbul Bayrampaşa’da Forum Alışveriş Merkezi alanlında alışveriş merkezine girmeden ziyaret edebileceğiniz bir yer.

Organizasyon zayıflığı nedeniyle ilk sorun bilet almak için oluşturulan sıra(sızlık) ile başladı. Neyse uyardık ve sorunu çözme konusunda iyi niyetle hareket etti personel.

Ziyaretçi profilini kendimce iki gruba ayırarak düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

1.Sualtından zevk alan ama bu canlı türlerini ilk kez görecek ziyaretçiler

2.Deniz ve su alemine ilgili ve bu konuda bilgili ziyaretçiler


1.Sualtından zevk alan ama bu canlı türlerini ilk kez görecek ziyaretçiler:


Televizyonda ya da fotoğraflarda gördüğünüz ve yakından nasıl göründüklerini merak ettiğiniz canlıların en temel olanlarını bu şekilde topluca görmek keyifli, hatta heyecan verici olacaktır. Hele çocuklar için unutulmaz :)

Pek çok tatlı ve tuzlu su canlı örneklerini görebiliyor ve fotoğraflarını ( kadrajda yakalayabildiğinizde ) çekebiliyorsunuz. Çok hareketli oldukları için ve makinem çok yeterli olmadığından ben istediğim sonuçları elde edemedim.

Balıkların sınıflamaları zayıf yapılmış ve kalabalık nedeniyle uzun uzun inceleme ve okuma fırsatını bulamayabilirsiniz.

Ama yine de müren, vatoz köpekbalığı, denizyıldızları… gibi canlıları yakından görmek keyifli olacaktır.

En keyifli alanlardan biri de üzerinden balıkların geçip gittiği bir tünelden geçmeniz.Ben daha geniş ve uzun beklerken yurtdışında böyle bir akvaryumu gezen arkadaşım Turkuazoo’daki tünelin gayet başarılı ve daha uzun olduğunu söyledi.Bu yorumu sizinle de hemen paylaşıvereyim burada :)

Ama kalabalığa dikkat! Saygısız insan grupları tadınızı kaçırmasın.Kendileri fotoğraf çekerken kimseyi yaklaştırmayan ama gezerken orada fotoğraf çekilip çekilmediğine dikkat etmeden sizin önünüzden geçiveren bir den çok insanla karşılaşabiliyorsunuz.Benim davranış bozukluğu olarak adlandırdığım bu durum öfkemin asla azalmayacağı ve aklımın hala alamadığı örneklerden ilkidir.Gözünüzün içine baka baka geçen insanlar(!) ya da kadrajınıza rahatlıkla elini uzatanlar!!!


2.Deniz ve su alemine ilgili ve bu konuda bilgili ziyaretçiler:



Eğer siz de benim gibi bu gruba dahil iseniz dikkatle bu bölümü okuyup bu aktiviteye para verip vermemeyi iyi düşünmenizi önereceğim.

Turkuazoo’daki canlıların %95 nin içini dışını iyi bildiğim için canlı türleri açısından beni heyecanlandıran bir yenilik beklemiyordum. Ben daha çok büyülü bir ortam, güzel bir sistematik ve güzel bir gezi parkuru umudu ile gitmiştim ama önceden özetleyeyim izlenimimi tam bir hayal kırıklığı içinde çıktım, verdiğim paraya çok acıdım.

Öncelikle girdikten sonra sizi belli bir akış ile gezeceğiniz sıralamayı bekliyorsunuz ama alan o kadar kötü düzenlenmiş ki tuhaf bir karmaşa karşılıyor sizi.

Sonrasında havuzların içersindeki hayvanların çeşitlerinin bilgilendirme zayıflığı ve bu bilgiyi sunmalarındaki başarısızlığı görüyorsunuz. Havuzların daha yüksek bölümlerine bu bilgiler konabilir ve balıkların önündeki birikmeden dolayı arkada kalanlar bilgileri okuyabilirler öylece bakıp bakıp “bunların hepsi balık” bakışı atmazlar havuzlara.

Sonrasında balıkları biraz yakından incelediğinizde hırpalanmış, kuyruk ve sırt yüzgeçleri hasarlanmış olarak görmektesiniz. Sebebini tam çözemedik transport sırasında olmuş olsa onların önce tedavisi yapılıp sonra sergilenmeli. Bizim bu konudaki teorimiz, yapılan havuz ortamı ile hayvanların uyumsuzluğu ya da strese bağlı kendilerini saklamak isterken havuzda hasarlandıkları.

Nasıl strese girebilir ki bu hayvanceğizler öyle değil mi?Hemen söyleyeyim.İnsanlar akvaryum tanklarına vuruyorlar!Hatta bir adam sırf çocuğu görsün diyeymiş bir ahtapotu yuvasından çıkarmak için bir süre aralıksız akvaryum tankını yumrukladı!!!! Düşünebiliyor musunuz akvaryumu yumruklamak! Bu, bırakın öfkemin geçmesini düşündükte daha da arttıran bir durumdu. Bir süre şaşkınlıktan bişey diyemedim ama sonra lafımı çaktım.

Hemen ortama geri dönüyorum. Havuzlardaki tüm bölümler yapay. Bu da ilgi çekici değil. Arkadaşımın evindeki resif akvaryumunu da görünce insan evde böyle güzel bir şey yapabiliyorken burada neden yapılamamış? Diye düşünmeden edemiyor.

Gezerken kötü hazırlanmış parkurun bir azizliği olarak kafanızda gezip görmediğim bölüm kaldı mı diye düşünmek zorunda kalıyorsunuz.

Biz atladığımız bir yer olmadığına karar verip çıkarken köpek balıklarının ekolojik dengedeki yeri ve önemini gibi önemli, bilgilendirici bir konuyu büyük bir heves ve inançla anlatan arkadaşın karşısındaki dinleyici profiline gözüm ilişti. Buraya banlar koymuşlar bu bilgileri ziyaretçiler dinlerken kullanabilsin diye ama bu bankaları konuyla değil de yorgunluklarıyla ilgilenen teyzeler işgal ettiği ve çocuğa da sırtlarını döndüğü için ilgilenenler ayakta bir kalabalık oluşturmak zorunda kalmıştı. Alanın plansızlığına bir örnek daha…

4 kişi gezdik ve hepimiz sonunda aynı görüşteydik. Zaman kaybı oldu bizim için.

Şimdi yakınlarda daha büyük ve yenisinin açılacağını duyarak onu ziyaret etmeye karar verdik.

Küçük bir öneri daha… Mümkünse hafta içi gidin, aksi halde kabalıkla karşılaşıp, zorunlu bir sevgi yumağı oluşturmanız gerekebilir :)


Çektiğim fotoların açıklamaları…

Foto1:Vatoz köpekbalıkları

Foto2:Havuzların görünüme bir örnek ( bu en iyilerinden biriydi)

Foto3:Denizyıldızı. Yalvarıyor gibi di mi? İnsanlar denizyıldızlarını ellerine alıyorlardı ve bunun onlara zarar verdiklerini hiç düşünmüyorlardı :(

Foto4:Müren kardeşler :)Müren balıkları toplu halde

3 Aralık 2009 Perşembe

YENİ AY


Ben de nihayet gittim, gördüm salgın serimizin ikinci bölümünü.

Öncelikle ilk filmden daha çok özenildiğini ve daha güzel olduğunu söylemeliyim. Yeni Ay, kitapların içinde depresif yönü en yüksek ve en durağan olanı ve film de doğal olarak bu nedenle ilkine göre daha durağan. Bu noktada uçan vampirler falan bekleyenler var ise biraz hüsrana uğrayabilirler.

Film, çok abartılmadan bir aşk hikâyesi olarak düşünülerek izlenirse daha mantıklı olur diye düşünüyorum. Öyle fazla anlamlar yüklemeye, vampirler aslında şöyle, kurt adamlar böyle olmalı yaklaşımı filmin tadını kaçıracaktır.

Filmde Edvırd ve Ceykıp ay parçalarının ne kadar göz doldurucu olduğunu bir kez daha tanık oluyorsunuz :)

Bana ilginç gelen, dikkatimi çeken sahneleri de belirtmek isterim. Ceykıp kardeşceğizimin ( bakın üstüne basaaa basa kardeşim diyorum burada sonradan başka şeyler düşünülmesin hakkımda : D) Bella kızımız motosiklet kazası geçirdiğinde müdahale sahnesindeki görüntüsü çok hoştu.

Edvırd’ın Bella’nın öldüğünü sandığı sahnedeki görüntüsü çok komikti, bir süre sonra Edvırd’dan “Nayııır!!!! Nolamaaaaz!!!” demesini beklemedim değil :D

Bana göre en göz dolduran sahnelerden ve karakterlerden bir Volturigillerden Aro idi. Çok başarılı bir seçim olmuş. Bir taraftan Aro’nun susuzluğunu giderme isteği ile mücadelesi, diğer yandan özel yeteneklere olan merakına yenik düşmesi, bu arada zarafetinden hiç bişey kaybetmemesi ama aniden ortaya çıkan psikopat yanını oyuncu süper verebilmiş. Bayıldım.

İzleyici profiline bakmamız da keyifli olacak diye düşünüyorum. Çünkü nerdeyse bütün salon yanında “Bu filmin neresi hayranlık uyandırıyor?Benim burada işim ne?” diye etrafa bakan Y kromozomlu arkadaşlar ve onların yanında “Allahım bunu bile anlamıyor” diye bakan fazladan X kromozomlu arkadaşlarla doluydu :) Hatta yanımdaki kızın erkek arkadaşı Edvırd’ın nasıl olup da gün ışığında bazen parlayıp bazen parlamadığını sordu (mantıksız gelmiş işte :)).Kız da böyle bir soruyu nasıl sorabilirsin ses tonuyla “Çok basit , diğerinde güneş ışınları direk geliyordu burada değil!cık..cık..cık” şeklinde yanıt verdi :D ben koptum :D

Film çıkışında da sus pus erkekler ve film yorumlarını havalarda uçuran hatunlar şeklinde bir tablo vardı :) Genelde kız arkadaşlarıyla da geldikleri için ( iki tane erkek yoktu valla gruplar içinde ) erkekler kendilerine yakın bulabilecekleri kimseyle yorumlarına girişemediler :)

Özetle, seriyi takip edenlerin izlemesini önereceğim, ama izlemeyenlerin ilk olarak bu seriden başlamasını önermeyeceğim . İlkine göre konu olarak daha durağan olmasına rağmen ilk filme göre daha güzel çekilmiş.

Bana kalırsa izlemeyen ama neresinden başlasam nasıl yapsam diye merak edenler var ise eğer tamamen içine dalmak istiyorum bu akımın derseniz önce kitapları okuyun sonra filmleri sırasıyla izleyin. Yok, bana film yeter derseniz filmleri de mutlaka ama mutlaka sırasıyla izleyin.

Keyifli seyirler…

1 Aralık 2009 Salı

HEZİMET

Bir şeyler oldu son zamanlarda bana. Yemek yapmak istediğimde elimden pek de iyi şeyler çıkaramaz oldum.

Önce beşamel sos sıralama karışıklığı ile başlayan bu durum en son Çikolatalı Beze yapma hamlem ile devam etti.

İlk yaptığım yemeğin yaprak sarması olduğuna güvenerek her yaptığım ilk denemenin istenen sonuca ulaşacağını da bilir(i)dim.

Geçen gün de ilk kez çikolatalı beze yapmaya karar verdim. Ekledim, çırptım, karıştırdım malzemeleri ama öyle kıvamlı bişi olmayıp, küçük parçalar halinde şekillendiremeyince ben de yaratıcılığımı kullanayım bari deyip tepsiye bütün malzemeyi döküp fırınladım.

Hayalimde tepsinin içinde kabaran kocaman bir beze var :)

Ama sonuçta fırından çıkan mamul pek öyle olmadı. Evdekilere yedirince babam” Nane Şekeri, bu gayet güzel bişey (!) olmuş ellerine sağlık” dedi. Annem ise “Aaa bak ne güzel ıslak kek gibi olmuş çok lezzetli “dedi ben karşılarında sinirden tepinirken.

Düşünsenize kıtır kıtır beze yapmak istiyorsunuz ve benzediği şey “ıslak kek”!!!!

Benim de mi genlerimle oynandı? Ben de mi genetiği değiştirilmiş bir Nane Şekeriyim? Nerede benim topraklarından dünyanın en ünlü aşçılarının çıktığı memleketimin doğal genlerim?

Ama pes etmedim şu beze olayını tekrar deneyeceğim bakalım bu sefer yola beze yapmak için çıkıp sonuçta mantı kıvamında bir şey mi yapacağım?

Deneyip göreceğiz…

Neyse bu sefer de kimse zehirlenmedi hane halkımdan çok şükür :)

Not: Bildiğiniz, denenmiş beze tarifiniz varsa insaniyet namına bana yazınız n’olur.Ben hep böyle denemelerle ailemin ve çevremdekilerin sağlığını daha fazla tehlikeye atmak istemiyorum :)