Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

31 Mart 2009 Salı

ŞEKER KIZ NANE ŞEKERİ

Küçüklüğünde “neden bu kadar tatlısın?” sorusunu “çok şeker yiyorum da ondan “ diye yanıtlayan birinin bir süre sonra şeker oranının yükselmesi genetik faktörlerle de desteklenince kaçınılmaz oluyor tabii.
4 saat süren şeker yükleme testinin sonuçları böyle diyor. Çok tatlısınız!
Aslında bu oran bir fırlayıp bir de yerlerde sürünme eğiliminde olduğu için dengesiz bir durum oluşturuyor ( neyim dengeliyse?) Şeker dengesini koruyabilmek için sık sık yemek yemem önerildi. Sevinçle kabul ettim :) bu benim için zor bişey değil ki ben zaten sık ve çok yerim :) Bu son cümlemi söyleyince bir anlaşma yapmaya karar verdik doktorla evet sık yemekte mutabıktık ama çok yemek konusunda onu dinlemem ve normal miktarlarda, normal insanlar kadar yemem gerektiği konusunda zor da olsa ikna etti beni. Test sonuçlarımı göstererek…
Şimdi internette beslenme sitelerinde tırım tırım geziniyorum daha çok bilgilenmek üzere.
Kısacası bir sonraki ölçümlerime ve bu durumun geçici mi kalıcı mı olduğu anlaşılana kadar hayatımdaki tek şeker kendim ve dostlarım olacak :) Bu nedenle bir süre için üzülerek çikolata ve tatlı tekliflerinizi kabul edemeyeceğim :(

26 Mart 2009 Perşembe

YILDIZ SARAYI


Gezdim, gördüm, yazdım bölümümün bir süredir boynu bükük kaldığını düşündüm ve gönlüm buna razı gelmediği için bir süredir ara verdiğim yazılarıma müze gezilerim ile devam edeyim istedim.
Yıldız Sarayı’nı gezerken öyle büyük kalabalıklarla karşılaşmıyorsunuz. Hatta biz müzeye girdiğimizde baktık kişi başına bir güvenlik görevlisi düşüyordu. O kadar tenhaydı :) Belki de çok tehlikeli göründük bilemiyorum ama sonrasında iş normale dönüp 1 tane güvenlik görevlisi eşliğinde gezimizi tamamladık.
Uzuuun bir koridoru baştanbaşa geziyorsunuz bütün geziniz boyunca. Burada da sakin ve sükûnet içinde gezmenizin verdiği rahatlık ile ilgilendiğiniz detayları, aksesuarları daha rahat inceleme şansınız oluyor.
Gezi için ortalama 30–45 dk yeterli bir süredir.
Müze Kart geçerli, olmayanlar için giriş 10 TL
Saray müzesi binasının hemen yan tarafı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Şehir Müzesi olarak düzenlemiş olduğu 2 katlı bir bina. Çok başarılı bir sistematik ya da gruplama olmamakla birlikte dönemlerine ait, tablolar ve yazı takımları gibi eşyalar ve aksesuarlara ait bir sergi gezmiş oluyorsunuz. Bizim için buranın en cazip yanı Saray binası çok soğuk olmasına bağlı olarak buzlanmaya başladığımız süreci, buranın sıcaklığı ile durdurabilmemiz hatta buzlarımızı çözebilmemizdi :)
Şehir Müzesine giriş için ücret ödemeniz gerekmemekte, Yıldız sarayı biletinizle gezebilirsiniz.
İçinde yaşadığınız şehrin tarihini tanıma konusunda bir adım daha atmak isterseniz gezip görebileceğiniz, vakit ayırabileceğiniz bir aktivite.

25 Mart 2009 Çarşamba

NEDENDİR BİLMEM

Nazarlara mı geldiiiim, bu havalar mı havamı bozdu bilemiyorum ama bir rehavet çöktü üzerime ve yazamadım bir süredir.

Kendimi çayırlara, çimenlere, sulara , sellere atasım var, oturup yazmak yerine.

Gerçi bazı eylemler içerisindeyim daha sonra paylaşmak üzere :)

Bekleyiniz...

Not: Yeni yazılarımı soranlara kocaman teşekkürler :)

13 Mart 2009 Cuma

ÇOK GÜLDÜK, AĞLAMAYALIM

Ben hayatımda (kadınlar dışında) bilgisayar kadar sorun çıkartan başka bir şey görmedim. Üstelik yalnız kendisi sorun çıkartsa neyse…Bir alet, ilişkiye girdiği herşeyle sorun çıkartabilir mi? Bir bilgisayara yazıcı, tarayıcı, fotoğraf makinesi, kamera, cep telefonu gibi ne bağlamaya kalkışsanız ayrı bir dertle uğraşıyorsunuz. Her yüklediğiniz programla alet uyum sorunu yaşıyor.Bu kadar kaprisli kadın bile az bulunur. Hiçbiri yoksa da zaten ya“hardware” ya “software” sorunu vardır. Bir bilgisayarın sertlik ve yumuşaklıkla ilgili sürekli sorun yaşaması sizce de garip değil mi ?

Nane Şekeri'nin Yorumu:

Kitaplardan bahsettiğim "Kitaplığım" adlı bu bölüm sahiden kendi okuduğum kitaplardan oluşmakta.Bu nedenle de Yeni Çıkanlar, Çok Satanlar diye gruplayamamıyorum kitaplarımı.Kendi zevkime, düşünceme göre kitaplar bunlar.

Kürşat Başar'ın bu kitabını açıkçası kitabın içeriğini düşünmeden, yazarı çok beğendiğim için almıştım.Ama kısa yazılarından oluşan bu kitap aynı zamanda değindiği konulara keyifli bir bakış açısı sunuyor.Haftasonu okurken güzel vakit geçirilebilecek bir kitap.

11 Mart 2009 Çarşamba

KONTESLE DEVAM…

Aslında bizim, Kontes ile aynı anda, aynı ortamı kullanabildiğimiz dönemlerimiz de oldu geçmişte. Kendisi daha bebeyken ben de onu gezdirebiliyor, seviyor ve oynayabiliyordum.
Ama bir gün Kontes itaat eğitimine gönderildi. Ben de eğitim, itaat gibi kelimeleri yan yana duyunca sonuçta iyi bişeydir sandım.
Kontes gitti.
Kontes geldi.
Ama gelen dana gibi bişeydi( hala da öyle ). Benim eski minicik Kontesim diiil.
Yeni haline baktığımda itaat eğitimini düşünmeye başladım. Bu durumda o mu kampta aldığı eğitim sonucu itaat edecekti yoksa onu böyle semirmiş görenler mi Kontes’e itaat edeceklerdi? İşte bütün mesele buradaydı?
Ben hiç birine bulaşmayarak kendi seçeneğimi yarattım ve onunla aynı mekânda bulunmamayı seçtim. Çok daha sağlıklı :)
Her ne kadar oyun için bile olsa üzerinize koşarak gelen bir pitbull fenalaşmanıza neden olabiliyor doğal olarak...

10 Mart 2009 Salı

OTORİTE BUDUR!

Bir insanın köpeklerden sinir krizi geçirecek kadar korktuğunu ve evinde yaşayacak kadar yakın bir arkadaşının da bir pitbullu olduğunu düşünün!Şaka gibi değil mi?Ama değil, gerçek...
Ben köpeklerden acayip korkarım ve en yakın arkadaşımın da bir pitbullu var.Adı Kontes.
Böyle olunca da aynı evde pitbull ve ben bir araya geldiğimizde ya ben bir odaya kapanıyorum misafirliğim süresince ve Kontes rahatça dolanıyor evin içinde ya da o kafesine kapatılıyor ben evde rahatça dolanabiliyorum. Başka yolu yok.
Yine Kontesin kafesinde, benim de evde serbest olduğum akşamlardan birinde yemek hazırlığı içindeyiz. Arkadaşım, ben, annesi mutfaktayız diğer odada da kardeşi var hep birlikte konuşuyoruz. Bu arada Kontes dışarıda olamamanın, siniri ile havlıyor, hırlıyor, bağırıyor. Bir ara bağırmayı o kadar abarttı ki arkadaşımın annesi “Kontes suussssss!!!” diye bağırdı. Ve Kontes olduğu yerde sustu, sindi, dondu kaldı. Evde bulunan diğer kişiler olan ben, arkadaşım ve kardeşi de o güçlü emirden sonra sustuk, sindik, donduk kaldık.( Düşünüyorum belki de sokakta duyan başkaları olmuşsa onlar da aynı duruma geçmişlerdir )Ancak “Siz niye sustunuz? Devam edin!!!!”diye sadece bize özel ikinci emirle kaldığımız yerden devam edebildik.Kontes hala ilk aldığı emirin gereklerini yerine getirerek susuyordu.
İşte otorite böyle bişey.Bir tek “Sus!!!” demekle etrafınızdaki yaşayan herşeyi ve herkesi susturabilmek,”Konuşşş!!!!”dediğinizde de konuşturabilmek emirlerinizi hiç sorgulatmadan :)

9 Mart 2009 Pazartesi

TEENAGE MUTANT NINJA TURTLE YAŞAR!

İlk kaplumbağam öldüğünde çok üzülüp bari bu yaşasın diye adını Yaşar koydum kaplumbağamın.
15 yaşında.
Havaların ısınma eğilimi ile onun da enerjisi yeniden artmaya ve yavaş yavaş hareketlenmeye, hayata dönmeye başladı. Bir süredir kış uykusu nedeni ile aile ortamımıza katılamayarak ortamı Whisky’mize ( muhabbet kuşumuz ) bırakmıştı. Whisky cirit atıyordu ortalıkla, tüm ilgi de onun üzerindeydi. Şimdi Yaşar devreye girince yine çılgına dönecek. Bizi zor günler bekliyor.
Dedim ya Yaşar 15 yaşında. Bir bakıma onunla birlikte büyüdük. Hayvanın üzerinde bir sürü deney ve acaba bunu yapsam nasıl olur diye gerçekleştirdiğim uygulamalarla tam olarak bir ninja kaplumbağaya dönüştü Yaşar. Şaka değil, sahiden.
Çabuk büyüsün diye metabolizmasının hızlandığı dönemlerde yüksek proteinli yemlerle besledim, suyun içinden vitamini yeterince alamaz diye vitamini suyuna değil yemin üzerine damlatıp ellerimle yedirdim, güçlü kaslara sahip olsun diye düşünüp ( hiçbir bilimsel dayanağı yoktur) toprakta yürüttüm, bahçesindeki su, yüzmesi için yeterli değil diyerek yüzmesinin gelişmesi için akvaryuma atıp yüzme egzersizleri yapmasını sağladım, istediğinde güneşten korunabilsin diye havuzunun kenarına küçük bir şemsiye bile koydum.
Yaşar, bütün bu yaptıklarımın sonucu olarak mı yoksa kendini kurtarma çabaları yüzünde mi bilmiyorum sık sık bahçesinden kaçardı. Ben her yaz döneminde elimde kocaman bir fener koltukların altında, dolapların arkasında firari Yaşar’ımı arar dururdum.
Bir gün bahçesinde dinlenmesi için koyduğum taşı, başı ile bahçesinin kenarına ittiğini ve yine bahçenin yanına bıraktığım bisikletimin pedalına pençesini atıp kendini sarkaç gibi sallandırarak bahçesinden kaçtığını gördükten sonra onun bir ninja kaplumbağa olduğundan emin oldum. Çalışmalarım sonuç vermişti. Kolları güçlenmiş, vitaminler de etkisini göstermiş zihni gayet açılmıştı :)
Ben de ona kaçamayacağı büyüklükte bir havuz alıp içindeki taşını da havuzdan çıkardıktan sonra artık kaçışları sona erdi :)
Bu kadar uzun yıllar içinde Yaşar’ım ve ben, zor zamanları da atlattık. Kardeşimin bunu artık hayvanat bahçesine verelim baskıları, bunun çorbası çok güzel olur diyenler ve böbrek yetmezliği. Evet, uzun süre böbrek yetmezliği çekti benim Yaşar’ım. Duygusuz bir veterinerin, sevimsiz kliniğinde teşhisi kondu ve öleceği söylendi bana dünyamı yıkarcasına :( Tedavisi için 1 kocaman gece boyunca o klinikte bile kaldı zavallıcık. Ama tedavi olumlu sonuç verdi ve şimdi canavar gibi :)
Tedavi süreci de ayrı bir macera. Benim köpeklerden çok korkmam, kliniğin köpek kaynaması ve eve gelecek bir veterinerimizin olması lüksü bir araya gelince evde muazzam bir bakımla hastalığı yendi.
Çok kişinin kaplumbağaları tepkisiz sanmaları da büyük talihsizlik. Oysaki Yaşar iğneleri yapan doktorunun ellerini iğne yapılmasın diye çiziyor ve iğne yapacağı yeri kuyruğu ile kapatarak ona engel olacak kadar da insanları tanıyabiliyor :)
Yoksa genelde kaplumbağalar tepkisiz de benim Yaşar’ım mı farklı? Bu benim özel bakımımın bir sonucu mu? Düşününce kaç kaplumbağanın havuzunda kendisine özel şemsiyesi vardır ki?

6 Mart 2009 Cuma

BU SABAH YAĞMUR VAR İSTANBULDA…

İnsanın içinden yataktan hiç çıkmadan tembellik, miskinlik yapmak geçiyor di mi?
Ben de şu anda aynen bu moddaydım. Elimde sıcacık kahvem ile keyif yapmak istiyorum yağmuru izlerken.
Kahvemin yanında kütür kütür çikolata toplarımı da yemeyi ihmal etmeyerek tabii :)
Kütür kütür çikolata nasıl mı olur? Çok lezzetli ve yemesi çok keyifli :) Hemen tarif edeyim.
KÜTÜR ÇİKOLATA
İstediğiniz çeşit hazır çikolatayı mikrodalga fırında eritin ve içine Nesquik çikolatalı yuvarlak kahvaltı gevreğinden ekleyin. Karıştırıp, 3 er tanesi yan yana gelecek şekilde bir tepsiye dizin, dolapta donmasını sağlayın ve kütür kütür çikolatanız hazır :)
Çok kolay di mi? Kahvenin yanında süper oluyor.
Güzel bir Cuma ve keyifli bir haftasonu geçirmemizi dilerim…

4 Mart 2009 Çarşamba

METROBÜS ÇIKABİLİR…

Dün büyük bir tören ile Anadolu yakası metrobüs hattımız açıldı. Aylardır sabah akşam köprüyü kullanan birisi olarak ve o yol çalışmalarından bezdiğimiz için açıldığı gün metrobüs hattına ilgimiz de yoğundu.
“Aman nereden gidiyor? Hızlı mı gidiyor? Bize olumlu bir tarafı olacak mı? gibi sorularımızla bakarken Avrupa’dan Anadolu yakasına geçtiğimiz sırada “Metrubüs Çıkabilir” diye bir uyarı tabelası gördük. Sahiden de köprüye girişte metrobüs yolu ile diğer araçlara ayrılan yol birleşirken böyle bir uyarı mantıklı gibi görünüyor.
Ama genellikle ve daha çok şehirlerarası yollarda taş düşmesi, hayvan çıkması gibi uyarılarla karşılaşmaya alışkın olunca şehrin ortasında metrobüs çıkabilir uyarısı ilginç geliyor :)
Sanırım şöyle düşünmek gerekli. Şehir İstanbul olunca taş düşmüyor, hayvan çıkmıyor ama karşınıza kocaman bir metrobüs çıkabiliyor : D

3 Mart 2009 Salı

BURÇLAR… YILDIZLAR… FALAN FİLAN…

Geçen gün blogum hakkında bir arkadaşımla konuşurken günlük burçları da yazmamı istedi. Benim bir astrolog olmadığım düşünülürse bir yerlerden kopyalayıp yapıştıracağım günlük bir bölüm oluşturmak da bana pek cazip gelmedi açıkçası.
Aslında astrolojiyi hayata alma konusunda da pek hevesli değilimdir. Örneğin bucumun özelliklerini tam olarak taşımak istesem de taşıyamıyorum. Olmuyor, tutmuyor işte…
Erken doğmaya kalkmışım yaşamaz demiş doktorlar doğurtmamışlar. İkizler olamamışım. Aman çok uzun süre ilaç verdik doğumu geciktirmeyelim demişler Aslan olamamışım. Dönencenin bitmesine birkaç gün kala doğurup zorla Yengeç yapmışlar beni. Yapay bir yengeç yani… Doğal olarak ben de uyum sağlayamıyorum burcuma. Astrolojik tanımlamalarımın dışında davranırım genelde. Bunu söylediğimde “ Yükselenin ne senin?” diye soruyorlar. Aslan olduğunu öğrenince bütün sorunu çözmüşçesine büyük bir rahatlama ile “Hah işte yükselenin seni çok etkiliyordur” gibi yorumlar gelir. Ben de zaman zaman, insanları astrolojik gruplama ile tanımaya çalışanlar benim burcumun tahmininde çuvallayınca, durumu düzeltmek için “Ama benim yükselenim Aslan “diyorum :)
Tabii ortadaki ürün yengeç ve aslan gibi yan yana koyulmayacak kadar farklı olunca insanlar da ne diyeceğini bilemiyor. Astrolojiden çok iyi anladığını söyleyenler bile zorlanırlar bana bakıp burcumu tahmin ederken ve kolaya kaçıp bunun nedeninin yine şu yükselenimden kaynaklandığı diyaloğuna geçiyorlar.
Etrafıma baktığımda astrologlara göre yanından yöresinden geçmemem gereken burçlardan bir sürü arkadaşım var.9 tane kova, 5 tane yay, 3 tane aslan, 3 tane terazi, 5 tane koç burcu insanı ilk etapta sayabildiklerim.. Ve bu dostlarımla bırakın anlaşamamayı pek de bir sevgi yumağıyızdır :)
Peki, nasıl oluyor bu durum? Ben size söyleyeyim hemen “Yükselenim yüzünden : D”
Astroloji bir iletişim midir yoksa hayatın belirleyici faktörlerinden biri mi bilmiyorum, karar da veremiyorum, çok da takılmıyorum. Benim bu konuda yıllardır bulduğum bir yöntem var oldukça başarılı bana göre. Her zaman da işe yarıyor.
Burcunuza ait yazılan tüm olumlu özellikleri ve yıldızların size getireceği bütün güzel şeyleri “Evet ben bu özellikleri taşıyorum, bu tam da benim burcumu yansıtıyor “diyerek kabul; zayıf yön, olumsuz gezegen açısı gibi yorumları da “Amaaan astrolojiye ne bakıyorsun, insanları böyle tanımadan 12 gruba ayırmak çok mantıksız” diyerek red edin :)
Çok pratik bir yaklaşım değil mi? :)

OKUMA LAMBASI


Yolculuklarda kimseyi rahatsız etmeden kitap okumak isterseniz küçük bir kitap okuma lambası alabilirsiniz.Bir marka önerim olmayacak. Piyasada çok çeşitleri var.Hoşunuza giden bir tanesini alabilirsiniz.Gerçekten çok faydalı oluyor.

DENİZ DİBİNDEKİ BAR

İtalyan yazar Stefano Benni' nin Deniz Dibindeki Bar adlı romanı, birbirine zincirleme bağlanan öykülerden oluşuyor. Denizde yürüyerek suyun altına inen birinin peşine takılan bir adamın, tanık olduğu olağanüstü bir olayı anlatışıyla başlayan roman, fantastik bir kurguyla gelişiyor. Öykülerde geziniken, dünyanın en yalancı insanlarının oturduğu Sompazzo kasabası, Fransa' nın en ünlü aşçısı Gaspard Ouralphe' nin hazırladığı olağanüstü deniz ürünü yemekleri, sözcük yiyen kurt ve Kaptan Charlemont' un inanılmaz öyküsü, hiç uğruna sosis düellosuna giren iki eski arkadaşın serüveni, Marslı aşık Kraputnyk' in başına gelenler, rezillikler cininin bir sosyete toplantısındaki becerileri, denizin üzerindeki terkedilmiş evin önünde duran şaşkın Arturo' nun öyküsü, çekici Nastassia ve ihtiyarcıkların karşıdan karşıya geçme serüveni ve inanılması güç başka öyküler, bu Deniz Dibindeki Bar' da art arda anlatılıyor. Her bir öykünün bir öncekinden daha ilginç olduğu ve sonunda bir çerçevenin içine oturduğu Deniz Dibindeki Bar, yazarı Stefano Benni' nin ince ve ustalıkla mizah gücüyle keyifli bir okuma şölenine dönüşüyor.
***
Nane Şekeri'nin Yorumu:
Fantastik, hayal gücü yoğun kullanılmış herşeyi severim, hayranlık duyarım.Diğer kitaplara göre bu kitap daha benim tarzımdır.Kurgusu, içindeki hikayeleri ve sonucu çok etkileyici...

MİNTA

Ege'nin Muğlası ile Miami'nin Lauderdale'i birbirine ne kadar benzer, birbirinden ne kadar farklıdır? Belki de bunu en iyi, bu iki kıyı arasında milyonlarca ne kadar farklıdır? Belki de bunu en iyi, bu iki kıyı arasında milyonlarca yıldır gidip gelen caretta caretta bilebilir. Onun adı Minta... Özgürlüğün simgesi Minta... O her şeyi sessizce gördü ve anlattı. Yelkenlileri, buharlı gemileri, denizaltıları, plastik torbaları, zehir atıklarla günden güne kirlenen suları da. Ve elbette insanları da... "Minta", efendilerin ve kölelerin yüzyıllık tarihiyle, 20. yüzyılın hikayesiyle buluşturuyor bizi. bir yanda köle Nada, Mısırlı Hüsnü Paşa, Salima Hatun, Amira Kadın, Arap Nijad, Hamra ve Şerif... Diğer yanda Naja, Seminol Reisi Yaralı Tilki, Nay, Thomas James, Rose, Ray... Ve onlar farklı coğrafyalarda aynı kaderi paylaştılar...


***
Nane Şekeri'nin Yorumu:

Etkileyici, akıcı ve bağlantıları güzel kurulmuş bir romandır...

NANE ŞEKERİ




Ancak iyi olmak onu, cazip ama hükmedici nişanlısı Dominic tarafından nikah töreninde terk edilmekten kurtaramaz. Evlenmek yerine yüzüstü bırakılan, altüst olmuş bir Minty düşünüp taşınır ve kocasız çıktığı balayında artık biraz daha az "iyi" olmaya karar verir. Kimsenin iyi huylu diyemeyeceği, öfkesi burnunda kuzini Amber'in eşliğinde Minty, sonunda 'Hayır' demeyi öğreneceği bir kişilik arayışına koyulur.Ama Dominic'in mahveden kaçışı onda kapanmaz bir yara açmıştır. İnandığı ve sevdiği adamın bu davranışından sonra başka hangi erkeğe güvenebilir ki? Derken Minty Dominic'in korkunç yok oluşunun gerçek nedenini tesadüfen keşfeder. Çirkin gerçekle yüzleştikten sonra kendi yolunda ilerlemeye, istediği gibi davranmaya ve bir kez daha 'Evet' demeyi öğrenmeye hazırlanır.

***
Nane Şekeri'nin Yorumu:
Yolculuk kitapları önerilerime blogumun anlam ve önemine uygun olarak 2003 yazında okuduğum bir kitap ile başlayacağım.Cidden kafanızı hiiiç yormayan çerez gibi biten lay lay lom kitap.Ama çok iyi vakit geçiriyorsunuz :)

YOLCULUK KİTAPLARI
















Havaların düzelmeye başlamasıyla birlikte muhtemelen gezileriniz, seyahatleriniz de artacak. Böyle güzel zamanlarda size eşlik edecek bir yolculuk kitabının olması da keyif verici olacaktır.
Birkaç yıl öncesine kadar tatil kitabı ve ağır içerikli kitap ayırımına inanmıyordum. Bana göre tüm kitaplar dönem düşünülmeden okunabilirdi. Tatilde bile Okyanusların Sırları gibi kitapları okuduğum düşünülürse bunu gayet de iyi uyguluyordum.
Uzun bir süre kitap satışında çalıştım ve baharla birlikte best seller grubuna alınan kitapların satışında inanılmaz bir artış olduğunu gördüm. Tabii bu bana tuhaf geldi. Çok yakın bir arkadaşım da aslında normal insanların, normal olarak seyahatlerinde sürükleyici romanları tercih ettiklerini söyledi. :)
Ben de bir süredir seyahatte okunacak kitapların ayrı tutulduğunda daha da keyif içerdiğini bir bakıma onun sayesinde keşfettim.
Artık bu konuda normal düşünme şekline ulaştığım için bahar ve yaz dönemlerinde okunmasının güzel olacağı kitapları önererek Kitaplığım bölümümde paylaşacağım.
Bol okumalı günler…

2 Mart 2009 Pazartesi

KONYALI BALLI PASTA












Biz bu sefer fazla enerji depolamaktan yiyemedik ama kesinlikle yenmesi ihmal edilememesi gereken muhteşem bir tat :)
Yine okuldayken Çiğdem Pastanesine uğramadığımız, uğrayıp da oradan aldıklarımızla yetinmediğimiz ya da sınav dönemlerinin bitimini kutladığımız muhteşem şey!
4 tane ( 3 tanesi kaide, 1 tanesi üstte )içi krema dolu profiterol topları şeklinde üzerinde ince bir tabaka halinde çıtır çıtır olmuş bal ile kaplı bu şey mutlaka aklınızı başınızdan alacaktır :)
Deneyiniz :)

SULTANAHMET KÖFTECİSİ



Müze gezileri sırasında harcadığınız enerjiyi takviye edebilmek için bu kez herkes için bir klasik olan Sultanahmet Köftecisinde beslenmeye devam etmek iyi olur .

ÇİĞDEM PASTANESİ




Güne güzel bir kahvaltı ile başlamak için Sultanahmet ve Çemberlitaş arasında yol üzerinde bulunan Çiğdem Pastanesi çok uygun bir yerdir.
Okuldayken sabah okula giderken, akşam da eve dönerken mutlaka önünden geçtiğimiz ve neredeyse hiç uğramamazlık etmediğimiz ufak bir yerdi. Daha sonra aynı yer biraz daha genişletildi ve yine güzel ürünlerini satmaya devam etti. Bizim o civardaki klasiklerimizdendir. Bir süredir gitmemiştim. En son bir arkadaşım bana oradan kurabiye getirmişti benim için oranın önemini bilmeden. O zaman kısa bir özlem gidermiştim.
Böyle bir mekânda bol açmalı, börekli, çörekli sıkı bir kahvaltıdan sonra müze gezilerine başladık :)

ÇİĞDEM PASTANESİ… SULTANAHMET KÖFTECİSİ… KONYALI’NIN BALLI PASTASI…

Bütün bu yazdığım yerlere yaptığım gezi için bol enerjiye ihtiyacım olduğu düşünülürse bir de işin içine yeme içme kısmını da eklemek kaçınılmaz gibi…

YEREBATAN SARNICI

























Veee işte her seferinde yeniden büyülendiğim, o muhteşem yer. Olağanüstü ve her gezdiğimde daha sonra bir kez daha görebilme şansım olsun diye dua ettiğim Yerebatan Sarnıcı. Bu beğenim her yerin su olması ile ilgili midir bilmiyorum. Sütunlara verilen ışıkla çok daha gizemli ve büyülü bir havaya büründüğü de bir gerçek.
Yerebatan Sarnıcı aslında 9.800 metrekarelik bir alanı kaplamasına rağmen çok daha küçük bir alanı ziyarete açık. Burada rehbere gerek kalmadan, kalabalık olsa bile rahatlıkla gezebilirsiniz.
Sarnıca indikten sonra, Medusa’nın başının olduğu sütunlara kadar gayet açık şekilde belirlenmiş bir parkurda gezip, gezinizi çıkış kapısında sonlandırabiliyorsunuz.
Bu kez Yerebatan’ı gezerken 3 balıkçı ( birimiz bu konuda hoca ) olarak algıda seçicilik göstererek suyun içindeki sazanlara takıldık. Genelde böyle çok da uygun olmayan ortamlara bırakılan balıklar, hayatta kalma çabasında, iyi beslenememekten dolayı cılız ve perişan halde olurlar. Ama buradaki sazanlar nerdeyse kedi büyüklüğünde gayet sağlıklı, aktif, mutlu ve mesuttular. Bir sazan balığı normal olarak toprak havuzlarda ve bol bitkinin olduğu çok da soğuk olmayan sularda yaşar. Yerebatan’da ise zemin toprak değil, hiç bitki yok ve su soğuk olmasına rağmen bizim Yerebatan Sazanları canavar gibiydi maşallah. Ortam Şartlarına uyum ilkesini maksimum derecede uygulamış, semirmiş, pehlivan gibi olmuşlar :)
Yerebatan’a gittiğinizde sazanlara bu bilgiler ile daha bir dikkatli bakarsınız sanırım :)
Bence bu kadar sazan bilgisi yeterli.
Medusa’ya dönmeden sol tarafta dilek havuzu denen bölüm var. Buraya bozuk para atarak dilek dileyebilirisiniz. Böyle bir şey ilginizi çekerse yanınızda bozuk para bulundurun.
Yerebatan Sarnıcı’nı gezmek için ortalama 30 dakika yeter ama bizim gibi ilk andan ortamın büyüsüne kapılırsanız rahatlıkla 1 saat ve üzerine çıkabilirsiniz.
Burada Müze Kart geçerli değil.3 TL giriş ücreti ödemeniz yeterli.
Görmüş olduğunuz gibi Yerebatan üzerine yazdıkça yazabiliyorum. Çünkü Yerebatan başka bir dünya :)

AYASOFYA
























Topkapı Sarayı’nda bu kez sadece Harem Dairesini gezdiğimiz ve gezmeye erken saatte başladığımız için Ayasofya Müzesini de gezmek için yeterli zamanımız oldu.
Ayasofya’da da yine düzensiz ziyaretçi grupları nedeni ile bir kargaşa oluyor. Erken gezmeye başlamak yine en iyisi. Ama ne olursa olsun Ayasofya o muhteşem duruşu ile her şeye katlanmanıza değiyor. Burada bu nedenle kalabalığa o kadar da takılmıyorsunuz. İçeriye girdiğinizde her seferinde vaayyy dedirtiyor. Ancak statik yapısının zayıflaması nedeni ile daha önce kurulan ve bir süredir bulunan çelik iskelelerin kaldırıldığını umarak gittiğimizde bu iskelelerin kaldırılma kararına rağmen hala yerinde durduğunu gördük. Ona rağmen yine de gezip görmeye değer. Ayasofya içinde “Terleyen Sütun” diye bir yer var. Burada elinizi sürterek dilek dileyebiliyorsunuz. En üst katına kapalı bir merdivenden çıkarak yukarıdan da mekânı izleyebilirsiniz.
Ayasofya’yı gezmek için de 1–1,5 saatlik bir süre yeterli oluyor. Burada Müze Kart geçerli. Müze Kart yoksa 20 TL giriş ücreti ödemeniz gerekmekte. Fotoğraf çekimi için ayrıca para ödemeniz gerekmiyor.

MÜZE KART
















20 TL ve 1 adet vesikalık fotoğraf karşılığında 1 yıl süreyle Kültür Bakanlığı’na bağlı belli müzelerde geçerli olan bir kart. Aşağıdaki linkte detaylarını inceleyebilirsiniz. Ancak öncelikle geçerli olduğu yerleri inceleyip, ilginizi çekiyor ise başvurmanızı öneririm. Çünkü her yerde geçerli değil.
Ben bu haftasonu Topkapı Sarayı girişinde 20 TL giriş ücreti ödemeyerek ve sonra da Ayasofya Müzesini gezerek 20 TL de orada kara geçtim :)
http://www.muzekart.com/




TOPKAPI SARAYI HAREM DAİRESİ:























Daha önce Topkapı Sarayı’na yaptığım tüm ziyaretlerde Harem Dairesi hep kapalı,tadilatta olduğu için bir türlü gezememiştim.Harem Dairesi ziyarete açıldıktan sonra da hemen gidebilme şansı yakalayamamıştım.Nihayet geçtiğimiz haftasonu Harem Dairesini de görme olanağım oldu.Büyük tadilat nedeni ile göremediğim ve çok ihtişamlı olduğuna dair söylenenlerle sanırım beklenti seviyemi oldukça yükseltmişim.Gezerken çok büyük bir hayranlık olmadı. Tüm bölümler ziyarete açık değil, yaşam alanlarına ait pek fazla yer göremiyorsunuz. Ama Harem Dairesindeki gezinin en güzel yanı Sultanların gözdelerinin odalarının baktığı ( önce içinde su olmadığı için anlayamadığım ) büyük havuz ve bahçenin olduğu açık alan. Burada fotoğraf molası verebilirsiniz.
Harem Dairesi, ziyaretçiler kendi rehberleri ya da rehber olmadan gezilebilmekte. Dolmabahçe Sarayı’ndaki gibi zorunlu rehber olmadığı için bir karışıklık içinde gezebiliyorsunuz. Yolgeçen hanı gibi…
Neyse ki Saray’ın bahçesi çok güzel. Her gittiğimde bana çok iyi gelir. Büyüklüğü, görünüşü, özellikle Lale Bahçe’si bölümünden tüm Sarayburnu ayaklarınızın altındayken banklarda oturup o güzel manzarayı izlemek muhteşem.
Harem Dairesini ortalama 1–1,5 saatte rahat rahat gezebilirsiniz. Müze girişi sırasında ödenen 20 TL nin haricinde Harem girişinde ayrıca 15 TL ödemeniz gerekmekte. Ancak fotoğraf çekmek için ek bir ücret ödenmemekte.
Topkapı Sarayı Müzesinde Müze Kart geçerli ancak Harem Dairesinde Müze Kart geçerli değil.
Gezi ziyaret saatleri konusunda şöyle bir önerim olacak. Turist ve okul grupları genellikle saat 12.00 civarında ziyaretlerine başladıkları için eğer daha sakin gezmek isterseniz müze saat 09.00 da açılıyor erken gitmelisiniz.