Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Haziran 2009 Salı

İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİ - I























































Aslında son günlerde sadece vampir ve kurt adamlar ne yer, ne içer, ne tür üstün özellikleri vardır bilgilerini romantik bir zeminde anlatan Stephenie Meyer’ın kitaplarını okumuyorum.
Geziyorum, görüyorum, biraz geç de olsa yazıyorum :)
2 hafta önce müze gezileri turlarımıza İstanbul Arkeoloji Müzelerini görmeyi eklemeye karar verip gittik hemen.
Günümüze sabah güzel bir vapur keyfi sonrasında, uzun yürüyüşümüzde bize enerji vermesi için Eminönü’nde taze sıkılmış meyve suyu satan bir büfede içeceklerimizi içerek başladık. Sonrasında ( ayaklarımıza kara sular inmeden, bana güneş çarpmadan önce ) bu seçimimizin çok faydasını gördük :)
Sanki yeri saklanmış gibidir ve o bölgeye sık giden birçok kişi bile tam olarak yerini kestiremez Arkeoloji Müzesi’nin. Ben ilk kez gitmiyorum ama uzun zamandır da gitmemiştim.
Gülhane Parkı’nın sağ tarafından, Osman Hamdi Bey yokuşunu takip ettiğinizde yolun sonunda müzenin girişini hemen görebilirsiniz.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri aynı bahçe içerisinde Arkeoloji Müzesi, Eski Şark Eserleri Müzesi ve Çinili Köşk müzesi olmak üzere 3 ayrı müzeden oluşmakta.
Osman Hamdi Bey tarafından 13 Haziran 1891 tarihinde İmparatorluk Müzesi olarak ziyarete açılan ilk Türk Müzesidir.
Ana Bina eski ve yeni binalar olmak üzere 2 bölümden oluşuyor.
Müze hakkındaki bu kısa bilgilerden sonra gezi detaylarımıza geçiyorum hemen.
Her zaman olduğu gibi Müze’nin Ana binasının ihtişamı ve bahçenin güzelliği büyüledi beni :).Büyünün içinden hiç çıkmadan, Ana bina içindeki lahitler ve heykellerden oluşan bölümleri fotoğraflar çekerek ve oldukça uzun zaman harcayarak ve bol bol da sohbet ederek gezdik.
Fotoğraf çekmem aslında hiç de kolay olmadı. İmkânsız kareler peşinde miydim? Fotoğrafını çektiğim açılar herkesçe çok mu ilgi gördü bilemedim ama hangi fotoyu çekmek istesem hep son anda kadraja istenmeyen, beklenmeyen bir ziyaretçi girdi.
Tam kompozisyonu kuruyorumuuum pat diye biri benim çekeceğim kareye giriveriyor. Bu, birkaç kez böyle oldu.
Neyse ki bende de inat namına ne ararsanız var. Hiç pes etmedim, bekledim istediğim fotoları çekebilmek için. Bu fotoğraf çabalarımı gösterirken sanırım çok acınacak bir haldeydim ( aslında tam olarak sinirden köpürmüş ve ağlamak üzereydim ) ki müze görevlilerinden biri nerdeyse işini bırakıp bana çekeceğim açıların boş anlarını hatırlatmaya, etrafta kimsenin olmadığı zamanları söylemeye başladı benim istediğim fotoları çekebilmem için :)
Sadece Ana Bina turumuz yaklaşık 3 saat sürdü. Eğer arkeoloji ve tarih bilginiz çok daha fazla ve detaylı ise dünyanın sayılı arkeoloji müzelerinden olan bu müzede çok daha uzun zaman geçirmeniz gerekecektir.
Müze içerisinde fotoğraf çekmek de serbest olduğu için fotoğraf molaları, istediğiniz açıları yakalamak ile oldukça vakit harcayabileceğiniz, nerdeyse hiçbir figürü atlamadan geçmek istemeyeceğiniz bir bina.
Ana binadaki detaylı gezimizden sonra sıra müzenin bir başka güzel yanının tanını çıkarmaya geldi.Bahçesinde bir şeyler içmek!...
Çok güzeldir İstanbul Arkeoloji'nin bahçesi.
Yeşillikler içinde, tarihi sütunlar arasında güzel bir mola vermeden, bahçesinde kısa bir süre dolaşmadan ayrılınmaması gereken bir yer.
Arkeoloji Müzelerinin tamamını aynı gün hakkı ile gezmek isteyenlere 1 tam günü buraya ayırmalarını öneririm. Biz, müze kartlarımız olduğu, bir daha gelişimizde para vermeyeceğimiz için ve biraz da Topkapı Sarayı Bahçesinin tadını çıkarmak istediğimizden Eski Şark Eserleri Müzesi ve Çinili Köşk Müzesini bir başka güne bırakarak buradaki turumuzu tamamladık.
Müze giriş ücreti 10 TL. Müze Kart Geçerlidir. Fotoğraf çekmek için ayrıca bir ücret ödemiyorsunuz.
Evet, Topkapı Sarayı Bahçesinin tadını çıkarmak dedim. Ama detaylar daha sonra…
Nane Şekeri’ni okumaya devam…
:)




Foto1:Nane Şekeri'nin gözünden Arkeoloji Müzesi Ana Bina



Foto2:Etrafında insan olmadan çekebilidğim lahitlerden bir örnek



Foto3:En zahmetli şekilde, müze görevlisi ile ortaklaşa yaptığımız bir çalışma.Fotoğraf kompozisyonu bana ait,etrafta fazlalık olan ziyaretçileri savmak da görevlinin :) Öndeki amca Nehir Tanrısı Okeanos,arkadaki haşmetli amca ise Büyük Zeus




Foto4:Bahçede otururken bize eşlik eden bir kedicik






29 Haziran 2009 Pazartesi

YENİ AY



Edward ve Cullen Ailesi'nin diğer üyeleri Bella'nın doğum günü için bir parti verirler, fakat Bella ısrarla karşı çıkar.


Çünkü ortada büyük bir sorun vardır; Edward sonsuza dek genç kalacaktır, peki ya Bella? Kâbuslar, sırlar, imkânsızlıklar, seçimler ve kararlar...


Bella ve Edward'ı yine sorlu bir mücadele bekliyor.


Alacakaranlık'ın kahramanlarının aşk ve heyecan dolu macerası Yeniay'da hız kesmeden devam ediyor.


Nane Şekeri'nin Yorumu :


Serinin bu kitabını okurken kızımız Bella’nın kaderine şaşmamak mümkün değil.


Hayatında iki olağanüstü sevgili adayı var ama biri vampir , diğeri kurt adam!!!!

Bu kitabın kurgusu, beni açıkçası meraklandırmıyor, hayretlere düşürmüyor, büyülemiyor ama her ne yapıyorsa kendimi öyle kaptırıyorum ki bütün ana haber bültenlerine konu olan, insanları çileden çıkaran köprü çalışmasına bağlı trafik gerginliğinin farkına bile varmıyorum : )yol nasıl bitiyor anlamıyorum bile :) …
3. kitap Tutulmaya başladım bile :)


Keyifli okumalar...

24 Haziran 2009 Çarşamba

ALACAKARANLIK



Üç şeyden kesinlikle emindim. Birincisi, Edward kesinlikle bir vampirdi. İkincisi, onun ne kadar güçlü olduğunu bilmediğim bu vampir yani benim kanıma susamıştı. Üçüncüsü, ona koşulsuz ve geri dönülemez biçimde aşıktım.



Nane Şekeri'nin Yorumu :


Etrafta salgın gibi dolaşan bir seri.Nerdeyse herkes ya okumuş ya da okumakta kitabı.


Ben bir solukta serinin ilk kitabı olan Alacakaranlık'ı bitirdim.


Fantastik kitaplar okuyan biri olarak öncelikle şunu söyleyeyim.Bu romanda "Orta Dünya", "Yerdeniz" ya da farklı bir boyutta olan "Hogwarts" gibi farklı zaman ya da yerler yok.Fantastik öğeler sıradan günlük hayatın içinde anlatılmış.Sanki her an herkesin başına gelebilirmiş gibi...


Sanırım çekici olan yanı öncelikle rahat okunuyor olması ve ulaşılmaz ama mükemmel sevgili Edward :) herkesin bir kusuru olabileceği gibi onun da kusuru var , o da vampir olmak. Ne yapsın çocukceğiz :) Zaten esas kız Bella da pek takılmıyor onun bu yönüne.


2. Köprüde yapılan güçlendirme çalışmaları nedeniyle 1. köprüde trafik yoğunluğunun artması ,işe yetişmek için daha erken yola çıkmak gibi tatsız durumları bile unutturuyor uzun yolculuk sürenizde :) Sadece bu yönüyle bile okumaya değer :)


Şimdi serinin ikinci kitabı olan Yeni Ay'ı okuyorum.Bitirdiğimde yorumlarımı yazacağım.


Keyifli okumalar...

23 Haziran 2009 Salı

HAYAT

Bugün arkadaşımdan gelen bir mail bu.Çok hoşuma gitti.


Eski zamanlarda Hint İmparatoru, satranç oyununu yanında bir mektup ile hediye olarak Pers İmparatoruna göndermiştir.

Mektubunda oyunla ilgili hiç bir açıklama yapmazken şöyle bir mesaj yazmıştır; "Kim daha çok düşünüyor, Kim daha iyi biliyor, Kim daha ileriyi görüyorsa O kazanır. İşte hayat budur..."

Pers İmparatoru dönemin en alim veziri olan Buzur Mehir ile bu mesajı paylaşarak, ondan oyunu çözmesi ve kendisinin de karşılık olarak Hint İmparatoruna hediye edilmek üzere başka bir oyun icat etmesini ister. Vezir haftalarca çalıştıktan sonra gönderilen satrancın her taşının hareketini ve tüm oyunu çözer daha sonra da on günde tavlayı icad eder ve imparatora sunar.

Pers İmparatorunun baş veziri Buzur Mehir tarafından 1400 yıl önce tasarlanan tavla oyunu; dünyanın en popüler oyunlarından biridir.

Zaman kavramından alınan ilhamla tasarlanan oyunun zamana böylesine direnmesi son derece etkileyici. Senenin birliği olarak tavla bir tanedir. 4 köşesi 4 mevsimi, tavlanın içindeki karşılıklı 6'şar hane 12 ayı, pulların toplamı ayın 30 gününü, siyah-beyaz pullar gece ve gündüzü, karşılıklı 12'şer hane günün 24 saatini simgeler ..

Hint İmparatoruna satranca karşılık olmak üzere tasarlanan tavla oyunuyla birlikte gönderilmek üzere şöyle bir mesaj hazırlanır :

"Evet, Kim daha çok düşünüyor, Kim daha iyi biliyor, Kim daha ileriyi görüyorsa O kazanır. AMA BİRAZ DA ŞANS GEREKİR. İşte hayat budur..."

22 Haziran 2009 Pazartesi

KIRMIZI BAŞLIKLI NANE ŞEKERİ

Evvel zaman, kalbur saman içinde; develer tellal, pireler berber iken ülkenin birinde Nane Şekeri adında güzelleri güzeli bir kızceğiz yaşarmış.
Nane Şekeri kızımız bizim zamanımız ile 1 hafta önce yıllık izin olarak adlandırılan kısa bir tatil yapmııııış…
Tatil günlerinden birini de Anneannesine ayırmaya karar vermiş. Giymiş kırmızı şapkasını, almış marketten cips, kolasını, tutmuş Anneannenin evinin yolunuuuuu…
Yolda öyle kurtla falan karşılaşmamış. Zor olmamış anlayacağınız eve gitmesi. Zaten kızımız pek şirin olsa da henüz çıkmamış onu yolundan çevirebilecek kadar zeki ve kurnaz bir kurt:)
Ama onun da baş edemeyeceği şeyler varmış tabii bu dünyada. Anneannesinin evine gidince bir de ne görsün zavallı Kırmızı Başlıklı Nane Şekeri? Anneannesinin evinde misafirler var, üstelik Anneannesinin o çok sevdiği, keyif yapma hayali ile yanıp tutuştuğu evinin balkonunda oturmuyorlar mı? Nane Şekeri kızımız pek üzülmüş bu duruma. Bir süre o da misafirlerle işi, ekonomik krizin etkileri ve kendi durumu konusunda konuşmak, kendisine bu konularda yöneltilen soruları yanıtlamak zorunda kalmış oralardan kaçamadığı için. Ve bu durumun yolda bir kurtla karşılaşmaktan daha kötü olduğuna karar vermiş. Lakin sorulan sorular bir kurttan daha kurnazca ve atak şekilde ardı ardına geliyormuş sağlı sollu hiç acımadan, her şeyi öğrenme arzusu ile…
Ama şans da kızımızı yalnız bırakmamış ve kısa süre sonra misafirleri kendi ev ahalisi neredesiniz diye arayıp çağırınca mutluluktan uçmuş Nane Şekeri :)
Misafirleri gönderdikten sonra Anneanne ve Nane Şekeri serin yaz akşamında balkonda sohbet ve yemek faslını tamamlarken bu sefer de Anneanne arıza çıkarmış “Yaprak Dökümü” izleyeceğim diyerek… Aslında torun Nane Şekeri’nin gelip onunla birlikte kalmasından çok mutluymuş ama “Yaprak Dökümü” de pek heyecanlıymış canııım.
Anneanne “Yaprak Dökümü”ne bayılır, Nane Şekeri nefret eder.
Nane Şekeri balkonun keyfine devam etmek ister, Anneanne dizi izlemek ister.
Neyse Anneanne dizinin özetini seyretmekten vazgeçmiş, Nane Şekeri de Anneanneyle birlikte olmak için dizinin o haftaki bölümünü izlemeye razı olarak orta yolu bulmuşlar. Hatta Nane Şekeri Anneanne mutlu olsun diye dizi hakkında sorular sorup diziye katılım bile göstermiş zorlansa da…
“Yaprak Dökümü” bittikten sonra tv kumanda yönetimi Nane Şekeri kızımızın eline geçmiş. Açmış cnbc-e de bir dizi.
Anneanne sevmez o dizileri, Nane Şekeri bayılır.
Anneanne yatmak ister Nane Şekeri onun biraz daha kalmasını…
Karşılıklı koltukları işgal ederler biri uyumak diğeri tv izlemek için. Bu kez de böyle orta yol bulurlar :)
Nane Şekeri Anneannesinin evinde mutlu, mesut renkli rüyalar görür gece boyunca. Güzeeel bir uyku çeker çocukken gamsızca, hiçbirşey düşünmeden uyuduğu zamanlardaki gibi…
Sabah uyandığında ise evdeki seslere tanıdık bir tanesi daha eklenmiştir en neşelisinden. Nane Şekeri’nin Annesi sabah kahvaltıya yetişmiştir şeker mi şeker kızı Nane Şekeri’nin ve Annesinin özlemiyle.
Bu mutlu ve güzel tablo Anneanne, Anne ve Nane Şekeri’nin tıpkı çocukluğundaki gibi uzun saatler kahvaltı keyfi yapması, Anneannesinin kendisi ve Annesi için yaptığı güzel yiyeceklerden yiyerek günün ortalarına kadar sürüüüp gitmiştir.
Masalımız burada sona eriyor sevgili dostlar. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine…

18 Haziran 2009 Perşembe

BİR DENİZ KAPLUMBAĞASI EVLAT EDİNMEK

Biricik kaplumbağam Yaşar'dan , Yaşarı'ın yaşam koşullarından sık sık burada bahsediyorum.

Ama bir de Yaşar'ın arkadaşları var benim ulaşamadığım,Yaşarı'ın göremediği...

Belki sizlerin daha önce duyduğu ama detayları konusunda bilgi sahibi olmadığı kaplumbağa evlat edinmek konusunda sevgili arkadaşım Gelinn kendi blogunda çok güzel bir yazı yazmış, Doğal Hayatı Koruma Vakfı'nın bu konudaki çalışmalarından bahsetmiş.

Bir kaplumbağa sahibi olarak bu yaklaşımı çok güzel buldum.

Bu konuda Gelinn'in yazdığı yazıyı görebilmeniz için aşağıdaki başlığı tıklamanız yeterli olacaktır.

Bir deniz kaplumbağasını evlat edinmek.

PEGASUS SIRRI



Birisi bir sırrı ne kadar süre saklayabilir? Peki ya eğer bu sır batı uygarlığının 2000 yıllık temel taşlarını yok edebilecek kadar önemli bir sır ise? Gregg Loomis tarafından yazılan bu kitapta işte böylesine nefes kesici bir olayın peşinden gidilmektedir.




Amerikalı bir avukat olan Lang Reilly'nin kız kardeşi olan Janet Holt Paris'te bir apartman dairesinde öldürülür. Reilly, kız kardeşinin ölümünün bir kaza sonucu olmadığını anlar. Janet öldürülmüştür ve Lang katilin kim olduğunu ve kız kardeşini öldürme nedenini araştırmaya başlar.




Nane Şekeri'nin Yorumu :

Dün akşam bitirdim bu kitabı da…

Şu günlerde eğer;

Yolculuğa, tatile çıkacağım ne okuyayım?

Melekler ve Şeytanları izledim, Da Vinci Şifresini de okudum ama onun tadında bir kitap arıyorum.

diyorsanız, Pegasus Sırrı olağanüstü olmasa da yukarıdaki talepleri karşılayabilecek bir kitap bana göre.

Yeni bir kitap değil, geçen yaz Türkiye’de ilk basımı yapıldı ama Melekler ve Şeytanlar filminden sonra yeniden popüler olabilir. Belki de olmuştur, ben arkadaşımdan aldım bu kitabı :)

Keyifli okumalar…


17 Haziran 2009 Çarşamba

PERSEPOLIS


Persepolis, küçük bir kızın gözünden büyük annesinin son derece akıllı aktarımları ile İran Devrimi öncesi ve sonrasının çok güzel anlatıldığı bir filmdir.
2007 yılı yapımı.Ben sinemadaki gösterimini kaçırdığımda aslında böylesine başarılı bir çalışmayı kaçırdığımın farkına varamadım.Sonra Tv de cnbc-e de gösterildi o zaman da bazı aksaklıklardan tam olarak izleyemedim ama yine de anlatım dilindeki güzellikten çok etkilendim.
Bir süre önce dvd sini aldım ve tamamını izleyebildim.Zaman ayırılması ve dikkat verilmesi gereken bir film ve bana göre olağanüstü bir animasyon.Zaten sadece bana göre değil eleştirmenlere göre de öyle.
Şu dönemlerde İran'da yaşananları daha iyi anlamak konusunda da faydalı olabilecek bir film.
Film'in orjinali Fransızca.Ben Fransızca bilmiyorum ama dil seçeneklerinde Fransızcayı ( ve tabiii Türkçe altyazıyı ) tercih ettim.Küçük kızın seslendirmesi orjinalinde çok güzel.Benden size küçük bir öneri :)
Keyifli seyirler...

15 Haziran 2009 Pazartesi

KİRPİ DÜŞLERİ

Haftasonu gittiğim ve dünkü yazımda anlatacağımı söylediğim serginin adı,Kirpi Düşleri.
Nerdeyse bahsetmediğim hiçbir an yok şu benim hayalgücü hayranlığımdan :) bu sergi de onlardan biri işte.
Çizerin umutlarını ,hayallerini,düşüncelerini ,beklentilerini sıra dışı çizgilerle anlattığı resimlerden oluşan bir sergi Kirpi Düşleri.
Bryan Nance ‘in figürlerine, eşinin resim içeriği ile ilgili yazmış olduğu hikayeleri eşlik etmekte.
Sergi 13 Haziran -11 Temmuz tarihleri arasında gezilebilir. Taksim’den Sıraselviler Caddesine inerken Alman Hastanesini geçtiğinizde sağda kalan Zenka Cafe’de sergilenmekte resimler.Sergiyi gezdikten sonra bir şeyler de yiyip ,içebileceğiniz bir mekan Zenka Cafe.
Son derece değişik desen ve bakış açılarının yansıtıldığı bu güzel resimleri sadece gezmekle kalmayıp satın da alabilirsiniz :)
Yolunuz Taksim’e düşerse uğramanızı önereceğim bir sergi.

14 Haziran 2009 Pazar

BAHÇEMİ BÜYÜTTÜM

İznimin son gününü yaşıyorum bugün.

Yarın işbaşı yapacağım.Günümü tam bir tembellik içinde geçiriyorum.

TV izliyorum...Kitap okuyorum...Uyuyorum...

Son gün ya, tembellik adına ne varsa bildiğim yapıyorum işte...

Bütün iznimi böyle geçirmedim tabiii. Arı gibi çalıştım, gezdim de...

Bu arada resimlerini gördüğünüz üzere bahçemi yenileyip, genişlettim.

Pencere Önü Bostanları ile başladığım sebzecilik işinde artık hazır yapılmışları ile değil kendiminin bizzat diktiği domateslerimle devam edeceğim :)

Öncelikle kocaman bir yoğurt kovasını ( annem nereden bulmuş bilmem ) alüminyum folyo ile sardım sarmaladım daha şık görünsün diye...

Alüminyum folyo kullanımı profesyonelliğimi üniversitede tezimizin saha ve laboratuvar ayağını oluşturan gölden aldığımız bitki örneklerini otoklavda kurutma aşamasında boool bol kullanarak edinmiştim :) O dönemlerde marketlerden daha çok kendi ihtiyaçlarımı oluşturan kola,cips ve çikolata gibi temel ihtiyaçlarımın yanında rulo rulo alüminyum folyo aldığımı bilirim :)

Bu el pratikliği ile alüminyum folyoyu kolay ve kısa sürede sarmam hiç de zor olmadı :)

sonra içine yerleştirdiğim toprağa teeek tek domates fidelerini özenle açtığım deliklerden diktim,can suyunu da vererek işlemi tamamladım.

Pencere önü bostanlarımdan taze soğandan artık ürün alamayacak hale geldiğim ve toprağını da değerlendirmek istediğim için onun bahçesine de birkaç tane fide ekmeyi ihmal etmedim.

Eğer Pencere Önü Bostanlarından sizin de varsa toprağını bu şekilde de değerlendirebilirsiniz.

Şu anda 1 tane fide hariç hepsi canavar gibiler.

Ürün almaya başladığımda da burada onların resimlerini paylaşıyor olacağım.

İznimin son günlerinde gittiğim bir de sergiden bahsedeceğim ama sonra...

Çünkü şimdi ben bu yazı ile yarım kalan tembelliğime dönüyorum :)









Foto1:Yaşarı'mı yeşilliklere boğduğum bahçemin son hali
Foto2:Dikim işlemi operasyonundan bir an...
Foto3: Fide dikim operasyonunun başlangıcı

10 Haziran 2009 Çarşamba

YENİKÖY-ORHANGAZİ-BURSA










Ha yazdım, ha yazıcam derken bayağı zaman geçmiş Orhangazi gezimin üzerinden.
Yine çok keyifli, çok eğlenceli ilaç gibi bir gezi oldu :)
Seçtiğimiz mevkii Bursa Orhangazi’ye bağlı Yeniköy Beldesi idi.
Geçimi ağırlıklı olarak iç piyasaya yönelik zeytincilik olan eski bir Ermeni köyüdür.
Aslında bir davet üzerine burayı seçtik, iyi de etmişiz.Bir arkadaşımızın anneannesinin evine davetli olarak gittik.
Sabah Pendik’ten feribotla Yalova’ya geçiş ve sonrasında Yeniköy.
Yolda Rumeli türküleri söyleye söyleye kadetilen bir yol.Eğlencemizden de hiiiç ödün vermeyiz :)
İznik’i ve İznik Gölü’nü çok severim ama gölüm Orhangazi tarafını ilk kez görüyorum.Kendi haline bırakılsa tabii ki sizi olağanüstü bir doğa bekliyor ama çevredeki fabrikaların atıklarına bağlı göldeki kirlenmeyi öğrenip ve de gördüğümde içim sızladı :(.Hem böyle bir güzelliğin mahvoluşu hem de benim göllere olan özel ilgi ve düşkünlüğüm de düşünülürse karşılaştığım görüntü cidden üzücüydü. Ama oradaki coğrafya o kadar güzel ki inadına direniyor bu duruma.İnadına…
Neyse Allah’tan tüm gezi boyunca böyle büyük bir doğa katliamı ile karşılaşmadık.
Önce radarın bulunduğu tepeden aşağıdaki köylerin ve gölün manzarasını izledik esintiler içinde. Bol bol da fotoğraf çektik.
Sonrasında gölün Orhangazi tarafını ve çevresini gezerek bizi bekleyen muhteşem bir yemek şöleni ile karnımızı doyurup dinlendik.
Nasıl keyif ama?
Ben söyleyeyim.
Olağanüstü!!!!
Bitti mi sanıyorsunuz?
Yanılıyorsunuz :)
Bundan sonra bizi kocamaaan bir kiraz ağacı ile buluşma bekliyordu.Hemen tırtıllar gibi daldık ağaca ve neredeyse çatlayana kadar dalından kirazları yedik.Ne büyük bir lüks oldu artık dalından meyve yemek.
Çocukluğum bahçeli bir evde geçtiği için bir sürü meyve ağacımız vardı.Erik,dut, incir…hiç aklıma gelmezdi dalından meyve yemenin bir ayrıcalık olduğu. Ama öyleymiş.Ben yeniden o lükse sahip olabilmeyi çok istiyorum.
Bir gün olur umarım.
İznik’ten bahsederken bir şeyi söylemeyi unuttum.İznik’in ünlü İmren Köftecisi vardır.Yusuf Usta olarak da bilinir.Muhteşemdir köfteleri.Bildiğim kadarıyla hiçbir yerde de şubesi yoktu ama Orhangazi girişinde bir yer açmış,yolunuz düşerse tadın derim :)
İlçe merkezini de gezerek küçük kaçamağımız için ayırdığımız zamanı doldurup dönüş yoluna çevirdik rotamızı :)
Dönüşte feribot zamanına vakit olması ile bir de Yalova sahilde kısa bir yürüyüş yaptık.
Böylelikle 1 güne bir sürü gezilmiş yer, lezzetli yemekler ve güzel kirazları sığdırarak gezimizi sonlandırdık biraz da güneşten yanmış olarak :)
Foto1:Bu yollardan geçtik
Foto2:Bu kirazlardan yedik
Foto3:Bu şekilde kirlenmiş gölde bu kurbişi gördük

BELLEVILLE'DE RANDEVU





1 haftalık iznimde geziyorum, okuyorum,ardaşlarımla buluşuyorum ve bol bol da film izliyorum.


İzlediğim filmlerin öyle hepsi bahsedilmeye değer değildi.Daha çok eskiden kaçırdığım ve şimdi izleme fırsatı bulabildiğim filmlerdi.


Ama burada bahsedeceğim Belleville'de Randevu çok farklı bir film.


İlk kez TV'de kardeşimle tesadüfen gördük ama sonuna rastlamıştık.Genelde kardeşimle zevklerimiz taban taban zıttır ama böyle ortak beğendiğimiz ender şeyler de olabiliyor :)


TVde tamamını izleyemedik ama animasyonun işleniş şekli çok farklıydı.Çok az diyalog var ama anlatım değişik.


İzne çıkmadan 1 hafta önce tesadüfen dvd sini görünce hemen aldım tabiii bir daha tv de şansa bırakmamak için :)


Filmin kahramanı büyükanne ,onun yaptığı yolculuk (hatta yolculuk yapış şekli :)),Belleville Üçlüsü'nün müziği gibi ayrıntılarıyla güzel işlenmiş bir film.


Konusuna gelince...


Torununun bisiklet hayallerini keşfeden ve onun büyük yarışa hazırlanmasını büyük bir ciddiyetle üstlenen büyükannenin torununun kaçırılması ile torununu bulma çabaları :)


2003 yılı yapımı bir animasyon.


Keyifli seyirler...

8 Haziran 2009 Pazartesi

YAŞAR'IN MALİKANESİ




















Evet, sevgili Yaşar'ım yazlık malikanesine taşındı:)






Kış uykusunu geçirdiği evin salonunun kalorifer peteği yanından balkondaki manzaralı yeni yerinde yaşamaya başladı.






Enerjisinin artması ile birilikte 1. resimde görüldüğü üzere yine firari yaklaşımlar içinde ama biz de sıkı sıkı takip ediyoruz ninja kaplumbağamızı :)






Gündüzlerini Whisky ile geçiriyor.






Şimdi kaplumbağaya whisky de mi içiriyorsun demeyin!Whisky evimizin diğer üyesi olan muhabbet kuşumuz :) Bütün gün Yaşar'la sohbet ediyor .Bazen başımızı şişirse de :)


Foto1:Yaşar malikanesinden etrafı izlerken :)
Foto2: Yaşar bana ilgi gösterirken :)
Foto 3: Yaşar'ın malikanesinin bir başka açıdan görüntüsü
Not: Yazlık evin olmazsa olmazı şemsiye benim çocukluk şemsiyemdir.Uzun yıllardır Yaşar kullanıyor :)









3 Haziran 2009 Çarşamba

UYGARLIĞI DEĞİŞTİREN 100 KEDİ



Tek bir kedinin uygarlığı değiştirmeye gücünün yetmeyeceğini düşünüyorsanız, koca bir canlı türünü tek başına yok eden Tibbles'ı duymamışsınız demektir. Ya da Pakistan ile Abd arasında diplomatik bir tartışmayı tetikleyen Ahmedabad adlı kedi yavrusunu. Ya da bir tutam tüyüyle bir katilin yakalanmasını sağlayan Kartopu adlı Kanada kedisini.Bunlar, "uygarlığı değiştiren 100 kedi"den yalnızca üçü. Elinizdeki kitap, bilim, tarih ve sanata ve daha birçok alana katkıda bulunan kedilere selam duruyor. Büyük edebiyat yapıtlarına esin kaynağı olanlardan tutun da, polise telefon ederek sahibinin hayatını kurtaranlara kadar, kedilerin zekâsını ve cesaretini gözler önüne seren birçok örnek var bu kitapta.Bütün bu kedicikler tarihi az çok değiştirdiler. Bunu umursamamaları, hatta yaptıklarının farkında bile olmamaları, çok daha basit bir işi becerince yaygara koparan insanlara örnek olmalı.
Nane Şekeri'nin Yorumu :
Sıcağı sıcağına bir yorum olacak bu kez :) sabah işe gelirken yolda bitirdim kitabımı.
Daha önce de dedim ya şu sıralar kediciklerle pek bir haşır neşirim diye.Bu kitap da onlardan biri işte.Gerçi iki kedi kitabı arasına bir Balık Genetiği kitabı okuması sığdırdım.Bundan sonra da Alacakaranlık kitabına kadar bir Balık Türleri kitabı ile haşır neşir olacağım.1 kedi, 1 balık...1 kedi 1 balık şeklinde bir döngüye mi düştüm nedir?
Hemen kitapla ilgili yorumuma geçiyorum.
Kısa kısa yazılarla anlatılmış uygarlık tarihine geçen kedilerin hikayeleri.Keyifli de bir dille anlatılınca hiç kedi sevmeyeniniz bile hoşlanabilir bu kitaptan.Bir canlı türünün kökünü kazıyan kedi Tibbles'dan bir siyasi parti kedisi Madu'ya kadar kendilerinden söz ettirmiş kediciklerin hikayelerini bulacaksınız .
Yaz sıcağında sıkılmadan okunacak bir kitap daha...

1 Haziran 2009 Pazartesi

MELEKLER VE ŞEYTANLAR

Haftasonu Melekler ve Şeytanlar filmini izledim.
Şu ana kadar (hatırladığım kadarıyla) kitaplarını okuduktan sonra izlediğim ve çok beğendiğim 2 film oldu. Yüzüklerin Efendisi ve Harry Potter. Kitabı okurken kendinize ait mekânlar, karakterler canlandırırsınız hayalinizde ve filmde size bu yansıtılmadığında da hayal kırıklığına uğrarsınız.
Daha önce Da Vinci Şifresi adlı kitabını okumuş ve filmi gösterime girince filmini de izlemiştim ama film, bütün detayları birebir vermesine rağmen ruhunu yansıtamadığı için nerdeyse tek solukta okuduğum kitabın tadını, aksiyonunu filmde bulamamıştım Tom Hanks’e rağmen. Birkaç arkadaşımdan da aynı yorumları duymuştum.
Bu kez Melekler ve Şeytanlar adlı kitabı okumadan izledim ve daha çok keyif aldım. Çünkü beklenti seviyemi sadece izleyeceğim film belirleyecekti. Gizemli ve birbiriyle zincirleme ilintili sembollerin, olayların etkileyiciliği dışında hiçbir beklenti oluşturmadım. Faydası oldu, iyi vakit geçirdim.
Kitabını okuyan bir arkadaşım filmi izledikten sonra filmin gayet başarılı olduğu yorumunu yaptı. Okuyup da gitmekte tereddüt edenler için belki faideli olur bu bilgi.

FANTASTİK BİR DÜNYA

Hayal gücü, masallar, fantastik eserler hep ilgimi çekmiştir. Kendi hayal gücüm de oldukça geniştir. Çocukken nerdeyse bütün çocuk masalları ve klasikleri bana okunmuş ve kendim okumuşumdur. Bir süre masal yaşım geçti diye uzak kaldım ama neyse ki Yüzüklerin Efendisi serisi ile fantastik edebiyat ile tanıştım ve kaybettiğim zamanı telafi ettim :)
Resimde bile sürrealizm hayranıyımdır. Hieronymus Bosch ve Salvador Dali iki sürrealsit idolümdür.
Dizi ve filmleri de unutmamak gerekir. Sadece okumakla kalmam büyük bir bağlılıkla izlerim de…
Bu kadar hayal gücü ile sarmalanmış bir beğeni yumağı ilk etapta gerçek dünyadan kaçış gibi görünse de gayet aklı başında biriyimdir. Endişeye, amanın nasıl bir Nane Şekeri bu böyle? demeye gerek yok :)
Gerçek hayatı tüm gerçekliği ve farkındalığı ile yaşarsınız. Fantastik dünya ise sizi çıkamadığınız yolculuklara, yaşamadığınız maceralara, düşünmediğinizi düşünecelre götürür. Keyif verir, zihninizi dinlendirir.
Aslında hayranlığımın temelinde hayal gücü ile yaratılan, hiç düşünülmeyenin düşünüldüğü farklı bakış açıları, detaylar ve size sunuş şekillerinin etkileyiciliği yatıyor.
Şimdilerde bu konuda biraz kaynak tükenmişliği yaşıyorum. Sevgili dizim Heroes 3.sezon ve yaşam damarlarımdan biri olan Lost 5. sezon bitti. Şu anda sadece Pazar sabahları Avatar ile idare ediyorum.
Tabii benim gibi bu konuda iflah olmaz birisi için kaynak yaratmak hiç de zor değil. Bu konuda üzülmek yerine fantastik romanlarıma ağırlık vereceğim. Stephenie Meyer’ın Alacakaranlık ile başlayan 4 kitaplık serisi ile buluşmama az kaldı :)
Konu ne mi? Bir vampire aşık olan kızceğizin hikayesi.
Annem vampir bir damada ne der bilemem ama ruhu olan vampir Angel’dan sonra bu fikir bana hiç de kötü gelmiyor. Bakalım okuyup göreceğiz. Kitabın kahramanı Edward da aynı etkiyi yaratacak mı? :)