Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

28 Ekim 2009 Çarşamba

29 EKİM
























Cumhuriyet Bayramımız kutlu,


Cumhuriyetimiz sürekli olsun...

27 Ekim 2009 Salı

AĞLATMIŞIZ AMA BİZ BRUCE ABİYİ !!!























Oldu mu şimdi? Yakıştı mı bize bu?

Haberi gözlerim yaşlar içinde okudum, içim sızlayıp, yüreğim parça pinçik oldu.

Abimiz, zaten açlık sınırında yaşadığı hayatında ilk kez Reina’ya gidiyor ve biz onun yiyebileceği türden bir tek şey bulunduramıyoruz koskoca Reiana’da.

Cık… Cık… Cık…

Hani nerde bizim o ünlü misafirperverliğimiz?

Nerde dillere destan mutfağımız?

Nerde o bizim dünya mutfaklarının nerdeyse tüm örneklerinin ülkemizde de var olduğu ile övünmelerimiz?

Sorarım, nerde?

Adamcağızı ağlatmışız yaaaw yiyeceksizlikten :( Bak şimdi ben de yine gözyaşlarıma boğuluyorum. Düşündükçe tutamıyorum kendimi…

Haberin detayları için buraya bir tık yeterli.

Birileri insaniyet namına bana bu haber yanlış desin de ben de içimden atayım bu sızıyı…



26 Ekim 2009 Pazartesi

ÖĞRENDİM Kİ…

Beşamel sos yaparken un ve yağı kavurma işlemini takip eden yavaş yavaş süt ekleme aşamalarını unutup, muhallebi yapar gibi tüm malzemelerini birden koysanız bile sonuç çok da kötü olmuyormuş…


Ne uğraşıyorsun, hazırını al diyen arkadaşıma” aaaa ama ben çok güzel beşamel sos yaparım, hazırlarına ihtiyacım yok” diye aşçılar diyarından sahip olduğum genlerime güvenerek böbürlendiğim zamanları hatırladım.


Ama devreler karışınca bir anda ne genleriniz, ne el beceriniz sizi kurtaramıyormuş…


Neyse sonuçta kimse zehirlenmedi :)

23 Ekim 2009 Cuma

SICAĞI SICAĞINA NANE ŞEKERİNİZ 4D DENEYİMİNİ PAYLAŞIYOOOOR!!!...

Öğlen arkadaşların ısrarı ile Cevahir Atlantis Eğlence Merkezinde 4D Space Coster deneyimine evet dedim.

Böyle şeylere pek alışkın olmayan ben ,korkak, tırsak ve salak bir şekilde girdim salona :)
Salon yanlış saymadıysam 12 kişilik. Çok dar bir alan değil ( kapalı yerden hoşlanmayanlar tedirgin olmasın:)), koltukların arkasını perde ile kapatıyorlar ve oluyor size bir sinema salonu.

Koltuklarınıza yerleştikten sonra kemerlerinizi takıyorsunuz (takılı olup olmadığını görevli gelip kontrole diyor ) .

Gözlüklerinizi de taktıktan sonraaaa…

Veeeee ta taam :) İşte gösteri başlıyoooor :)
Çok eğlenceli, gerçekten kendinizi o rayların üzerinde gidiyormuş gibi hissediyorsunuz.

Korkudan bağırırım sanmıştım ama eğlenceden bağırdım :)

6 dakika sürüyor. Bittiğinde ilk söylediğim bir dahaaaaa oldu :)

Bizim girdiğimiz space coster arkadaşımın dediğine göre en eğlenceli olanıymış. Diğerleri bir maden ocağı ve çizgi film kahramanlı bişeydi. Biz onlara girmedik. Ben ilk etapta biraz tedirgin olduğum için bu çizgi film kahramanlı olana mı gitsek dedim ama seçimimiz süperdi :)

Giriş 8 TL.

Ha bir de içeride kamera var sizin içerideki görüntülerinizi dışarıda sırasını bekleyenlere izletiyor :)

Denemeye değer :)


ŞEYTANA KARŞI



Son zamanlarda izlediğim en çarpıcı filmlerden biri.
Hiç yerimden kalmadan, nerdeyse tek bir solukta izledim.
Filmin kahramanı Erik, lisede okuyan kavgaya eğilimli problemli bir çocuktur. Evde de üvey babasının sudan sebeplerle şiddet uygulamasına maruz kalırken annesi bu duruma karşı çıkamamaktadır.
Böyle sağlıksız bir ortamda yaşayan Erik, okulunda öldüresiye dövdüğü bir arkadaşı nedeniyle okuldan atılır. Annesi, Erik’i zorluklarla yeni bir yatılı okula gönderir evden uzaklaştırabilmek için ve Erik’ten yeni okulunu bitirmesi için söz alır.
Yeni okul ilk etapta çok güzel görünmektedir. Ama her şeyin göründüğü gibi olmadığı kısa sürede ortaya çıkar. Çünkü okulda üst sınıfların oluşturduğu ağır bir hiyerarşi vardır. Bu hiyerarşik kurallara uymayanlar insanlık dışı uygulamalar ve dayak ile cezalandırılmaktadır. Buradaki hiyerarşi öylesine güçlü ki bu duruma okul yönetimi ve öğretmenler bile boyun eğmiş, göz yummuşlardır.
Okulda ayrıca ırkçılık da bulunmaktadır. Erik, annesine verdiği söz nedeni ile başını belaya sokmamaya, pes etmemeye çalışır, derslerine odaklanır ama okuldaki uygulamalar dayanılır gibi olmayınca o da kendi yöntemleri ile savaşmaya karar verir.
Muhteşem bir film, çok etkileyici…
Filmde geçen bir diyalog çok hoşuma gitmişti.”Böyle insanlarla dövüşmeden de mücadele etmenin bir yolu olmalı” diyordu Erik oda arkadaşına. Ve işin güzel yanı kendisi bu yolu son derece zekice davranarak bulabiliyor.
Bulup, buluşturup bu filmi izleyin derim :)
Keyifli seyirler…

22 Ekim 2009 Perşembe

TURKUAZOO AÇILMIIIIIŞ :)





Eğer benim gibi bu açılışı dört gözle bekleyenlerdenseniz müjdeli haberi az önce hürriyette okudum :)


Dev tatlısu ve tuzlusu akvaryumlarından oluşan ve 8000 m2 lik bir alana yayılan Turkuazoo Bayrampaşa'da açılmış.


Gazete haberinde okuduğuma göre giriş ücreti tam 25TL , öğrenci ve 65 yaş üstü 18 TL imiş.0-3 yaş bebişler de ücretsiz.


En kısa zamanda gidip, gezip mekanı bir de uzman gözüyle değerlendirerek yorumlarımı yazmayı düşünüyorum :)

Nane Şekeri'nizi okumaya devam edin :)

20 Ekim 2009 Salı

HOŞÇA KAL LENİN





Bu filmi izleyeli çook uzun zaman oldu ama yazma zamanı şimdi geldi.

Leylak Dalı, blogunda bahsettiğinde gördüm ilk olarak ve çok merak etmiştim. Birkaç gün sonra bir arkadaşım bu filmi seveceğini düşünüyorum, izle diye getirdiğinde hem çok şaşırdım ( bu secret var mı cidden? Filmi görmek istedim ve hiç beklemediğim bir yerden ve beklemediğim bir anda bana ulaşıverdi :) ) hem de merakla hemen izledim.

Berlin duvarının yıkılarak yeni yaşam şeklinin insanların hayatlarına nasıl işlediği, hayatlarını nasıl değiştirdiği çok güzel işlenmiş.

Üstelik tüm bu değişimleri kahramanımız Alex’in, eski düzene (sosyalizm ) sıkı sıkıya bağlı olan ve komadan yeni çıkan, hiçbir heyecanı kaldıramayacak annesine yansıtmamak için evin içinde eski Doğu Almanya’yı yaşatma uğraşları, arkadaşı ile hazırladığı televizyon programları, annesinin en sevdiği turşu markasını bulma çabaları cidden görülmeye değer.

Filmin en çarpıcı sahnelerinden biri ise Lenin Heykeli’nin taşınması. İzlemeyenler için burada çok detaya girmek istemiyorum bu sahne ile ilgili olarak…

Fırsat bulduğunuzda izlemeye şans tanıyın diyemeyeceğim, izlemek için şans yaratın diyeceğim :)

Keyifli seyirler…

ÇÖP KAMYONU KANUNU

Bugün aldığım bir mail, hemen burada sizinle de paylaşmak istedim.Yazıdaki uç örnekte ne kadar uygulanabilir bilmiyorum ama genel bakış açısının bu şekilde olması pek çok şeyin gereksiz yere bizi etkilemesinin önüne geçebilir...

Yüzünü güneşe dönen insan gölge görmez...

Kadın taksiye binmiş ve hava alanına gitmek istediğini söylemişti. Sağ şeritte yol alırken siyah bir araba park ettiği yerden aniden yola, önlerine çıktı.
Şoförü çarpmamak için sert şekilde frene bastı.

Taksi kaydı, ama diğer arabaya çarpmaktan kıl payı farkla kurtuldu. Siyah arabanın sürücüsü camdan başını çıkarıp bağırmaya ve küfretmeye başladı.
Taksi şoförü ise gayet sakin ona gülümsedi ve içten bir şekilde el salladı.

Kadın bütün bu olanları şokunu yaşarken, taksi şoförünün tavrına daha da şaşırmıştı.

Sordu: "Neden böyle davrandınız? Adam neredeyse arabanızı mahvedip ikimizi de hastanelik edecekti."
Taksi şoförü gülümsemeye devam ederek:"Çöp Kamyonu Kanunu" dedi.

Kadın: "Çöp Kamyonu Kanunu?"diye sordu, anlamamıştı.

Şoför açıkladı:"Pek çok insan, çöp kamyonu gibidir. Her tarafta içleri çöp dolu olarak dolaşıyorlar; kızgınlığı, öfkeyi ve hayal kırıklığını biriktiriyorlar. Ancak doldukça çöpleri bırakacak bir yere ihtiyaç duyuyorlar. Bu bazen ben, bazen de siz olabilirsiniz. Kişisel almayın. Sadece gülümseyin, onlar için iyi şeyler temenni edin ve yolunuza devam edin. Onların çöpünü alıp işyerinize, evinize veya sokaktaki diğer insanlara dağıtmayın."

Başarılı insanlar, çöp kamyonlarının günlerini mahvetmesine ve ellerine geçirmesine izin vermezler.

Hayat sabahları pişmanlıklarla uyanmak için çok kısa, dolayısıyla "size iyi davranan insanları sevin, iyi davranmayanlar için iyi temennilerde bulunun."



14 Ekim 2009 Çarşamba

WALL-E





Aslında öyle çok birikti ki, yorumlayacağım filmler ve kitaplar bugün en eğlencelisi ile başlayayım dedim.

Gezip tozmaktan ,yiyip içmekten vakit mi buluyorsun dediğinizi duyar gibiyim :) Haklısınız buradan paylaşamasam da kitap okumalarım ve film izlemelerim dolu dizgin devam ediyor :)

Wall-E 'i izne çıktığımda izledim.Gösterimdeyken gitmeyi çok istediğim ama gidemediğim bir filmdi. İznimin birkaç gününü geçirdiğim arkadaşım " ben dvd sini aldım, bizde birlikte izleyelim" dediğinde ikinci teklifi beklemeden uça uça gittim :)

Kahramanımız Wall-E eski versiyon bir robottur ve terk edilmiş dünyada tek arkadaşı olan bir böcekle yaşamaktadır.Her gün mesaisine gitmek üzere evinden çıkıp gününü çalışarak geçirdikten sonra akşam evine döner ve kendisine ilginç gelen eşyalarla doldurduğu evinde böcek arkadaşı ile geçirir zamanını.

Taaa ki bir gün bir uzay aracı gelip içinden dişi ve yepyeni bir robot çıkana kadar...

Bundan sonrasını elbette ki yazmayacağım.İzlemek size kalsın diye :)

Ama filmin ne kadar dinamik, ne kadar komik ve eğlenceli olduğunu,güzel vakit geçirmek için çok keyifli bir seçim olduğunu yazmaktan da kimseler alıkoyamaz beni :)
Havalar soğuyor açıkhava aktivitelerinin azaldığı bu günlerde bence güzel seçim olabilir.

Keyifli seyirler...

13 Ekim 2009 Salı

HERKESİN DÜZEN ANLAYIŞI FARKLI İŞTE























Diyerek kendi derleme toplama işlerime kimseleri karıştırmam. Ammaaa bazen öyle şeyler oluyor ki ben bile durumumu açıklayıcı birşey bulamıyorum.

Sevgili Gelinnciğim, blogunda askılıklardan bahsederken hatırladım. Benim de vardı böyle bir askılığım ve fonsiyonelliğine , toparlayıcılığına hep hayran kaldığım pek faideli bir eserdi.

Kullandığım dönemlerde sanırım üzerine eşya yüklemeyi biraz (!) abartmış olacağım ki ( ee tabi üzerine, pantolon, şemsiye, mont, kazak, çanta... elime ne geçerse astığım için ) birgün ders çalışırken gözümün önünde birden boylu boyunca devrilivermişti :)

Önce ne olduğunu anlayamadım .Tabiii böyle durumlarda bir kabahatli aramak adettendir.Ben de gördüm ki kabahatli , o, son olarak kendini askıya asan ,içi ders notlarımla dolu sırt çantasının ta kendisi değil miymiş? :)

Şimdi Gelinn'in blogunda görünce bir tane alsam mı acebağ diye düşünüyorum.İşime yarayabilir!
Ayaklı askılık kullanmadığım bu dönemlerde kapı arkası askılıklarımın ( nedense :)) düşmelerine çok kez şahit oluyorum.Hep o, çantaların , pantolonların yüzünden tabii :) Nasıl da gidip üst üste yığın halinde buluyorlar o askıları benim bu eşyalarım?

Anlayamadan şaşıp kalıyorum vallahi ? :D

12 Ekim 2009 Pazartesi

TARLA KUŞUYDU JULIET

Düşünün, Romeo ve Juliet birbirlerine kavuşmuşlar, evlenmişler üstelik 30 yıla da yaklaşmışlar evliliklerinde.

Evliliklerini de asi mi asi, kendilerine karşı sevgi dolu (!) bir kız çocuk ile süslemişlerdir.

Ama takdir edersiniz her evlilikte yıllara bağlı anlaşmazlıklar, pişmanlıklar yaşanabiliyor. Çiftimiz de Romeo ve Juliet olunca böyle anlarında ilişkilerine ikide bir mezarından çıkıp çıkıp gelen Shakespeare müdahale etmek zorunda kalıyor :) Eh Shakespeare’in desteği de pek bir ilginç oluyor :)

Ve böylece başlıyor ev içindeki kahkaha dolu olaylar :)

İstanbul Şehir Tiyatroları’nda bu sezon gösterilmeye başlayan mizah yazarı Ephraim Kishon’un gözünden Romeo ve Juliet’in anlatıldığı oyunun dün izledim.

Olağanüstüydü!...

Romeo’yu Engin Alkan canlandırıyor. Ve her zamanki gibi muhteşem bir performans sergiliyor. Zaten herhangi bir işte küçük bile olsa Engin Alkan’ın imzasını görürsem hiç sorgulamadan, tereddüt etmeden o oyunu izler, Engin Alkan’ın seslendirmelerine bayılırım.

Engin Alkan, oyunda harikalar yaratırken bu konuda hiç de yalnız değil. Sevgili Juliet’i ( Özlem Türkad ) , Shakespeare ( Çağlar Çorumlu) ve sevgili kızı Lukretia ( Murat Bavli) da kendisine aynı başarı ile eşlik ediyorlar bütün oyun boyunca.

Oyunda kimse kimsenin önüne geçmiyor, hiç kimse diğerinin performansı altında ezilmiyor, geride kalmıyor. Müzikleriyle ve temposuyla sizi sıkmayan, zamanın nasıl geçtiğini size unutturan çok çok güzel bir oyun.

Bu yılın tiyatro sezonunu işinin hakkını fazlasıyla veren bir oyun ile açtım. Genellikle beğenilerin değişkenliği ve çeşitliliğini düşünerek çok da gidin, görün, yiyin, için ifadelerini kullanmam biliyorsunuz. Ama bu oyun kaçırılmaması gereken, takipte olunması ve yakaladığınızda da izlemeye koşa koşa gitmeniz gereken bir oyun :)

Oyun hakkında detaylı bilgi için buraya bir tık yeterli.

Keyifli seyirler…

9 Ekim 2009 Cuma

ANTAKYA GEZİSİ 5














KÜNCÜLÜ KÜNCÜLÜ, RAMAZANIN GÜLÜ…

Küncülü, ramazanda tahin ve susamdan yapılan kıtır kıtır bir tatlı. Küncülü, susam demekmiş.

Antakya’nın Uzun Çarşı’sı meşhurdur, görmeden gelmeyin tavsiyeleri ile çarşının yerini sora sora bulduk ama bayramın ilk günü olması nedeniyle nerdeyse bütün çarşı kapalıydı. Açık olarak bulabildiğimiz çok az dükkândan birinde de bu tatlıyı görünce hemen yedim, görüntüledim ve satın alarak eve de getirdim :)

Mersin’de yediğim kerebiçden burada da tattım. Buradaki fıstıklı değil, cevizli olarak yapılmıştı ve bu şekli de çok çok güzeldi.


BİR SALÇA MACERASI

Bayram nedeniyle Uzun Çarşı’yı kapalı bulunca “Antakya’dan biber salçası ve nar ekşisi almadan dönmeyin” diye bize söylenen ve yapılması gerekenler listemize yapamadıklarımız olarak eklenecek salça ve nar ekşisi peşinde koşmamız bizi ilginç bir de durumla karşılaştırdı.

Eli boş döneceğimizi düşünürken bir arkadaşın açık bir mağazada çanta bakarken mağaza çalışanının evde salça üretip sattığını öğrenip çantacıda salçacı bularak başladı maceramız :)

“Bizim eve buyurun” diyerek amcamız aldı bizi götürdü evine. Tuhaf bir durumdu. Bir grup salça alıcısı olarak biz, yabancı bir şehirde hiç tanımadığı insanların evine konuk olduk :) Salçalarımız hazırlanırken, komşularının da nar ekşisi sattıklarını öğrenip nar ekşilerimizi sipariş ettik. Bu arada bayram sohbeti, evlerimizle telefon bağlantıları yaptık ne kadar salça, ne kadar nar ekşisi alalım diye :)

Önce çekingen bir şekilde kapıda başlayan diyaloğumuz evde akraba ziyaretine dönüştü. Evde yapılmış muhteşem içli köfte ( Arapçası orukmuş. Oruk da diyorlarmış ), kurabiye, ayran, çikolata ikramlarının hiçbirini reddetmeden siparişlerimizi bekledik :)

Sonunda elimizde salçalar, şişe şişe nar ekşileri ile birlikte akşam yemeğimizi, daha doğrusu meşhuuur mezeleri tatmak üzere Harbiye’ye doğru çıktık yola.

Harbiye için çok fazla bir şey yazamayacağım. Gidişimizde havanın kararmış olması, şiddetli yağmura yakalanmamız ve elektriklerin de kesilmesi ile sadece yediklerimize odaklandık.

Benzer yemekleri gün içinde yediğimiz için burada yediklerimizi kanıksayarak tattık ama her birimiz muhteşem künefeye bayıldık :)ben künefeyi aslında pek sevmem. Sıcak, peynirli kadayıf olarak tanımlar, kadayıfa haksızlık gibi görürdüm. Ammaaaa her şey yerinde bir başkaymış. Yediğimiz künefenin tadı hala damağımda :)

Yemekten sonra şiddetli yağan yağmurla birlikte konaklama yerimiz olan Mersin’e dönüş ve ertesi gün İstanbul’a dönüş ile gezimizi sonlandırdık :)

İstanbul’a varınca ne yaptık? Ballandıra ballandıra gezimizi, gördüklerimizi, yediklerimizi anlattık :)

Ben çevreme anlatmakla yetinmeyip bir de burada yazdım :)

Gidip görmek isteyenlerin de en kısa zamanda gezip görebilmeleri dileğiyle…

Keyifli gezmeler…


Foto1:Küncülü satış tezgahı

Foto2:Topluca küncülü

Foto3:Benim elimde ağzıma atmadan az önceki bir parça küncülü

8 Ekim 2009 Perşembe

ANTAKYA GEZİSİ 4



ASİ NEHRİ

Şehrin tam ortasından geçen bölümünü görebildik. Nehrin daha ihtişamlı ve güzel göründüğünü düşündüğüm Asi Vadisini ve etrafındaki köyleri de görebilmeyi çok isterdim.

Belki başka sefere…

Akıntının göründüğü yönün tam tersine akması nedeni ile Asi dendiğini öğrendim.

Daha önceki halini bilen bir arkadaşım, çektiğim resmi görünce suyunun ne kadar azalmış olduğunu söyledi.


Asi Nehri Hakkında Vikipedi'de buduğum bilgi de aşağıdaki gibidir.


Orontes olarak da adlandırılan Asi Nehri Lübnan Bekaa Vadisi'nin doğu kısmından doğar ve Türkiye Hatay ilinden Akdeniz'e dökülür. Asi Nehri'nin toplam uzunluğu 450 km olup, nehrin büyük bölümü Suriye toprakları içinde bulunmaktadır.
Antakya ile Akdeniz'e doğal su yolu bağlanmış olan Asi Nehri'nin ortalama su debisi 30 m³/sn dir.

6 Ekim 2009 Salı

ANTAKYA GEZİSİ 3






































































ANTAKYA ARKEOLOJİ ( MOZAİK ) MÜZESİ
Antakya Mozaik Müzesi görmeyi en çok istediğim yerlerden biriydi. Merak ettiğime de değdi.
Aslında şehrin merkezinde arkeoloji müzesi olarak sadece mozaik salonu bulunmuyor. Lahitler de bulunmakta ama mozaik salonları çok görkemli ve güzel.
Roma ve Bizans dönemi mozaikleri sergilenmektedir.
Flash kullanmadan ve herhangi bir ek ücret ödemeden fotoğraf çekebiliyorsunuz.
Giriş ücreti 8 TL. Müze Kart geçerli. Bayram olduğu için yine ücretsiz gezdik :)

Foto1:Geometrik dekorasyon mozayiği
Foto2:Narkisos mozayiği
Foto3:Kuşlar mozayiği
Foto4:Soteria mozayiği
Foto5:Oceanus mozayiği - İstanbul Arkeoloji müzesinde bu amcanın resmini çekicem diye az uğraşmamıştım.Yine karşıma çıktı, yine çektim :)
Foto6:Mozaik salonlarından bir görüntü
Foto7:Nehir ilahları mozaiği
Foto8:Eros ve Psyche mozayiği
Foto9:Tethys Oceanos mozayiği - Nerde Okeanos amca var , Nane Şekeri çeker hemen fotosunu :)

ANTAKYA GEZİSİ 2















SAINT PIERRE (PETER )KİLİSESİ










Hıristiyanlığın ilk kilisesi ( ya da kiliselerinden ) olduğu tahmin edilen mağara içine oyularak yapılmış, eski dönemlerde Antakya’daki Hıristiyanların gizli toplantıları için kullandıkları bir kilise.

Hıristiyan kelimesinin ilk olarak burada kullanıldığı düşünülmektedir.

Kilisenin girişinde taş bir sunak ile karşılaşıyorsunuz.

Zemindeki mozaikler dikkat çekicidir.

Kilisenin dağa açılan bir tüneli bulunuyor ( ben girmedim oralara ) .Bu tünelin gizlenme ve kaçmak için kullanıldığı düşünülmektedir.

Şimdilerde azalan, kayalardan sızarak toplanan suyun şifalı ve kutsal olduğuna inanılıyormuş.

Şu anda sadece müze olarak ziyaret edebiliyorsunuz. Bayram olması nedeni ile Türklere ziyaret ücretsizdi.

Giriş 8TL.Müze Kart geçerli.
Foto1: Kilisenin girinin görüntüsü
Foto2:Giriş kapısının içeriden görünüşü
Foto3:Taş sunak
Foto4:Sunağın arkası.Ya da arkasındaki koltuk mu demeliyim?Bilemedim,sadece çektim işte :)

5 Ekim 2009 Pazartesi

ANTAKYA GEZİSİ 1










Bayram tatili gezimize kısa bir Antakya molasını da eklemeyi başarabildik.

Sadece bir gün vaktimiz olması nedeni ile Antakya’da belli yerleri gezebildik. Antakya, gördüğüm kadarı ile öyle bir günde anlayabileceğiniz, görebileceğiniz, çok da fikir beyan edebileceğiniz bir yer değil. Umarım bir kez daha detaylı şekilde görebilme imkânım olur.

Şehrin, tarihi yerleri, lezzetleri ve iç içe geçmiş kültürü ile ne kadar gizemli ve güzel ise yeni şehirleşmesini de o kadar estetikten uzak buldum.

Bayramın ilk gününü Antakya’ya ayırdığımız için pek çok yerin kapalı olması ile karşılaştık. Örneğin Sultan Sofrası adında çok ünlü olduğu söylenen restoranda yemek yiyemedik. Bütün gezimizde ne kadar çok ve aralıksız yediğimizden sık sık bahsetmiştim. Sultan Sofrasında yemek yiyememenin üzerimizde nasıl travmatik bir etki yarattığını artık siz de kolaylıkla tahmin edebilirsiniz :) Ama bu bizim hızımızı kesmeye asla neden olmadı.

Sabah köy kahvaltısı yapmak üzere yolda atıştırmalık yediğimiz poğaçalarımızın etkisi azalmaya başladığından hızla kahvaltı mekânı aramaya başladık. Karkışla’da bu şekilde güzel köy kahvaltısı yapabileceğimiz yerler olduğunu öğrenerek yemekle randevumuza doğru yola çıktık. Çıktık ama yolda ne bir tabela, ne bir işaret, ne de bize umut verecek kahvaltı mekânları göremeyince arabamızda bulduğumuz Bolu’da alıp varlığını unuttuğumuz çikolata ve bisküvi stoklarımıza sarıldık hemen.

Yol, etrafta kahvaltı mekânı olduğu konusuna ciddi derecede umut kırıcıydı. Tam dönelim artık başka yerde bir şeyler ararız derken karşımıza Karaköse Çay Bahçesi diye bir yer çıktı:)

Beklediğimize değmiş ve muhteşem kahvaltımıza ulaşmıştık. İçinde rahat rahat yayılarak kahvaltımızı yapabileceğimiz küçük bir kulübede yaptılar servisimizi. Çok keyifliydi. Bahçesindeki masaları ayaklarınızı suya sokabileceğiniz küçük havuzlara yerleştirmişlerdi.

Kahvaltımızı yaptıktan sonra biraz dinlenip, biraz sohbetten sonra artık tarihi yerlere gitmek üzere yeniden düştük şehir merkezine doğru yollara.

İlk durağımız olan Saint Pierre Kilisesi bilgileri için yarın burada buluşalım mı? :)
Foto1: Kahvaltı mekanımızın bahçesi.Masalar suyun içinde.
Foto 2: Semaverde çay keyfi
Foto 3: Köy kahvaltımızın bir kısmı.

2 Ekim 2009 Cuma

TÜRK KAHVESİ TERCİH EDERİM...



İtalyan misafirlerimizden birine kendim içerken ayıp olmasın diye içtiğim earl grey çaydan isteyip istemediğini sordum.

İstemem dedi.

Ben Yeşil çay içer misiniz ? dedim
İstemem dedi.
Ben sustum.

O'nun da Türk damak zevkini mi test edesi tuttu nedir? Daha çok kahveyi mi , çayı mı tercih edersiniz dedi? Bu soruyu herhangi biri sorsa çeşitli kahvelere olan düşkünlüğümü uzuuun uzun anlatırdım ama bu kez öyle yapmadım :)

Çoğunlukla çayı tercih ederim, kahve içersem de sadece Türk Kahvesi içerim dedim :)

Bilsin, biz kahvemize sahip çıkaaaar, ilk tercih olarak da onu seçeriz :)

Kendimce sahip olduklarımıza , sahip çıktım işte ...



1 Ekim 2009 Perşembe

MERSİN GEZİSİ 4
















YEDİK… İÇTİK… ÇATLAMADIK

Ama kilo aldık tabii…

Aslında bu geziyi gezip görmeden çok sürekli bir yemek yeme gezisi olarak özetlemem sanırım yanlış olmayacak.

Gezinin başında “…Ya çok yedik… Ama daha yeni yedik, bunu da yersek çok olmaz mı?” derken kısa sürede hemen duruma yüksek bir adaptasyonla yemek yeme şansımızı, yeni tatlar deneme seçeneklerimizi sorgulamadan, teeek tek gerçekleştirdik. Önümüze yemek geliyordu ve biz yiyorduk, sonra başka bir şey geliyordu onu da yiyorduk, sonra bir başkası şeklinde sabahın erken saatlerinde başlayan yemek serüvenimiz gecenin geeeç saatlerine değin sürüyordu. Biz bu durumu çabuk kabullendik :)

Neler yedik? Neleri denedik? Şimdi sıralamaya başlıyorum :)

Tantuni

Eh Mersine gitmişken yemeden olmaz diyerek ilk yemek düzeni bozumlarımıza tantuni ile başladık.

İstanbul’da 1-2 kez yemiştim ve pek sevmemiştim. Ama kaynağında yiyince işin rengi değişiyormuş. Olağanüstü bir şey :)Şimdi yine İstanbul’da yemiyorum o kadar güzel değil diye :)

Tantunimizi “açık” olarak tanımladıkları dürüm şekli ile yedik. Lüp lüp ağza atılması da çok kolay oluyor :) Daha az yağlı isterseniz biftek istiyoruz deyin dediler bilenler. Biz de öyle dedik o şekli ile de yedik. Üzerine limon sıkın böyle yenir dediler üzerine limon da sıkıp yedik bol bol, gündüz gece. :) Limonlu şeklini ben pek sevmedim.

Sıkma Börek

Sıkma böreğin resmini çekmeyi unuttuğumu yedikten sonra fark ettim :( Burada görüntüleyemeyeceğim.

Peynirli, dürüm şeklinde gözleme olarak tanımlayabilir, yine çok lezzetli olduğunu söyleyebilirim.

Kerebiç

Bu bir çeşit tatlı. İrmikli bir hamuru içli köfte gibi şekillendirip içine fıstık ya da ceviz koyarak hazırlıyorlar. Tatlının en ilginç yanı kreması. Çöven kökünün kaynatılarak elde edilen sıvının krema haline gelene kadar çırpılıp fazla bol şeker ile krema haline getirilerek yapılıyormuş. Kerebiç tatlısını bu köpük gibi kremaya batırarak yiyorsunuz.

Çok fazla tatlı, kreması hafif buruk bir tada sahip. Önce 1–2 lokma tadına bakılıp beğenilirse 1 porsiyon söylemenizi tavsiye edeceğim.

Ben çok çok beğendim.

Cezerye

Bunu sanırım hemen herkes biliyordur. Havuçlu lokumlar diyordum ben ama burada döner gibi yaprak yaprak kesilerek satıldığını gördüm. Bu şekli de çok güzel. Hep dikdörtgen prizma şekline alışık olunca böylesi değişik geldi.

Gittiğinizde mutlaka almanızı önereceğim. Ben oldum olası çok severim, objektif bir yorum getiremeyeceğim.

Dondurmacı Halil’den aldık. En meşhuru o dediler. Pişman da olmadık. Cezeryemizi alırken dondurma yemeyi de ihmal etmeyerek yeme içme yüklemelerimize son hız devam ettik :)

Şalgam Suyu

Küçükken, dolapta görüp, meyve suyu sandıktan sonra birden içerek hiç beklemediğim bir tatla karşılaştıktan sonra nefret ettiğim, bir daha da sevemediğim içecek.

Mersinden almadan dönemeyin dediler. Bunu pek seven ev halkıma hediye olarak aldım ve getirdim. Sevenler harika bir şey olduğunu söylediler. Kendim test etmedim.

Ciğerci

Ciğercileri çok ünlüymüş ciğer yemeden dönmeyelim düşüncesi ile bir de ciğerciye daldık. Ama ben ciğerden de nefret ettiğim için yemedim. Yiyenler beğendiler. Daha çok gecenin bir vakti ciğer yemek tuhaf geldi :)

Kahvaltı

Dönüş yapacağımız günün sabahı sahilde kahvaltı yapmaya karar vererek yine mutlaka gitmemiz için Jasmin Cafe’yi önerdiler. Biz de gittik bol bol olan açık büfeden bool bol faidelendik :)
Foto 1: Mersin sahil görüntü
Foto 2: Açık tantuni
Foto 3: Tantuniyi limonlama aşaması
Foto 4 : Kerebiç
Foto 5 : Kerebiç içi açılmış şekilde